Pazartesi, Aralık 31, 2012

krismıs da neyin nesi


her sene bıkıp usanmadan gelen yılbaşı ve istisnasız her yılbaşında aynı duygular... öncelikle bir şey söylemek gerekirse yeni bir yıla giriyor olmak zerre kadar umurumda değil. çok anlamsız olduğunu düşündüğüm şeylerden bir tanesi daha. eğer arkadaşlarınızla vakit geçirmeyi arzu ediyorsanız bunun için bahane bulmaya gerek yok. bıktım bu saçma soruları duymaktan be arkadaş! neymiş efendim “yılbaşında ne yapacaksın?”

-“bilmem ki… belki yine biri intihara kalkışır da atraksiyon olur. onun dışında henüz düşünmedim.”

ya da mümkünse ben yılbaşında uyumayı düşünüyorum. belki bütün yılı uyuyarak geçirebilirim böylece. sonra bakınız bir başka saçmalık daha var… doğum günü kutlamaları… ne sinir bozucu. bütün o “iyi ki doğdun!” bağırışları, bir günde sarılman gereken 276434567654347654567 kişi. her sene aynı sürpriz. –arkadaşlarım tarafından- dostum, numaraya gerek yok. doğum günümü hatırlıyorum, sizin de hatırladığınızı biliyorum. unutmuş gibi yaptıktan sonra elinizde pastayla bağıra çağıra gireceğinizi biliyorum. öyleyse ne anlamı var? bunu söylediğimde kızıyorlar bana. amaç illa bir kutlama yapmaksa daha farklı şeyleri kutlayabiliriz.

“bugün kar yağdı!”
“iyi ki yağdın, iyi ki yağdın. iyi ki yağdın kaaaarrrrrr...”

bir diğer saçma muhabbet: bugün ayın 12.12.12’si… bugün ayın 20.12.2012’si… yaşadığınız her saniye bir daha geri gelmemek üzere gidiyorken sayıların uyumlu olması neyi değiştiriyor? 
bu şekilde konuştuğum için çok “odun” olduğumu söylüyorlar. kendimi savunacak değilim ama mantıklı gelmiyor olması benim suçum mu?

keman hocam “krismıstan önce geçmeyelim buna.” dedi. safım ben ağabey, anlamadım ne demek istediğini. “krismıs ne ki?” diye düşündüm bir süre. ondan sonra çaktım köfteyi. türkçe kurulan bir cümlenin içinde “krismıs”ın ne işi allah aşkına? “yılbaşında ne yapacaksın?” diye sordu sonra. sen beni kurtar allah’ım… bizim ailede de kimse sallamaz yılbaşını, belki bu yüzden ben de değersiz olduğunu hissediyorumdur. zaten yaklaşık bir yarım sene daha 2012’de olduğumuzu sanacak, tarih atarken de 2012 yazacağım.

kar yok, yağmur yok. gerçekten berbat bir yılbaşı geçiriyorum sonuç olarak… kalbim yine boş. hüzün yok, mutluluk yok. bunun için şükür mü etmeliyim yoksa isyan mı? yine ağzımda iğrenç bir tat var, başım ağrıyor ve biraz da midem bulanıyor. uyumak istiyorum. kafamı yastığa koyar koymaz uyumayı ve gülümseten rüyalar görmeyi…

neden bu kadar garip? ve neden anlayamıyoruz hiçbir şeyi? insan olmak zor zanaat.

yeni yıl yeni yıl yeni yıl…

bittiğinde diğerlerinin yanına gidecek 365 gün daha… yavaş yavaş hafızamda çürüyecek hatıralar… neden kutlayayım ki? bir sürü iyi ve kötü şey olacak yine. ve yine bitecek. aynı bu yılın sona erişi gibi tükenip gidecek. neyi kutlayabilirim? zamanın elimden kayıp gitmesini mi?

yeni yıl yeni yıl yeni yıl…

“bir şey koparır bizden,
yıllar geçip giderken…” demiş horatius.

kutlama yapmak neden mantıklı olsun ki? ben bütün bunlara toplum baskısı diyorum. hiç de öyle değilmiş gibi görünebilir ama aslında zihniyet olarak sınırlandırılıyoruz. evet, sıradan bir yılbaşı meselesini de devlet sorunu yaptıktan sonra aranızdan ayrılıyorum sevgili okuyucular… bugünlük yeterince saçmaladım.

saygılar…

Pazartesi, Aralık 24, 2012

ben paul muad-dib


Merhabalar efendim,
Bu yazının yazılma amacı tamamen blog geleneklere uygun gitmektir. Gördüm ki her yeni blog açan blogger özgün bir girizgâh yazmışlar. Bense “Ben amatörüm!” diye cırlayan bir yöntemle giriş yaptım. İtiraf ediyorum ki hiç de farklı olma çabası falan yoktu, tamamen cahilliğimden kaynaklanıyor.

Genelde benim tip bu oluyor.
Kendimi tanıtmam gerekirse; Zat-ı alim gayet sıradan bir insan olup, dünyayı sarsacak bir olayın baş rolünü falan üstlenmemiştir. Çok geveze olduğum söylenirdi ama bu yaklaşık 5 yıl önceydi. Şimdiyse yalnızca yazarken zevzekleşiyorum. Oldukça orijinal kişiliklere sahip olan arkadaşlarım tarafından bambaşka isimlerle çağrılıyorum. En popüler olanlarını sizinle paylaşmam gerekirse;

Necati abi
4 yıllık bir geçmişe sahip olan bu lakabın doğuşu da lakap kadar benimle kel alakadır. Arkadaşlarımın “Saygılar abi…” derken ellerini göğüslerine koyup eğilmeleri nedeniyle ortaya çıkmıştır. O gün bugündür patlayıp gitmiştir. Öğretmenlerim dahi bu şekilde seslenmeye başlamışlardır.

Esra
Alzheimer hastası Hanife teyze sayesinde başlayan bu akımın henüz önü kesilmemiştir. Kendisi beni 4 yıldır komşusunun kızı Esra sanmaktadır ve ettiğim yeminlerin hiç birine inanmaktadır. Evi tam okul yolumun üzerinde olduğu için ister istemez çok sık karşılaşıyorduk. Benim için oldukça tehlikeli dönemlerdi. Bizim çocuklar da inadıma “Esra teyze o Esra, sana yalan söylüyor.” Deyince teyze hepten bana inanmaz oldu. –Tabi defterlerini dürdüm ben onların daha sonra-
Gerçek Esra’yı bulup getirdiğimde bile ikimize de uzun uzun bakıp yeniden Esra’nın ben olduğuma karar vermişti. Teyze valla değilim ben Esra, neden yalan söyleyeyim?
En sonunda pes edip Hanife teyzenin manevi torunu Esra olarak rolümü kabullenmiştim.

Şeytan/ Yaratık
Psikolojik sorunları olan matematik öğretmenimin –yüzüne de söylemiştim, o yüzden gayet rahatım- sürekli beni bu şekilde çağırmasından fenalık gelmişti artık. O bana gerizekalı, soytarı gibi başka hakaretler de ediyordu gerçi. –Çok da umurumdaydı, hııhhh- Sonra da iltifat etmiş gibi sırıtıyordu.

Ufaklık
Boy problemi olan bir arkadaşıma –Erkekti ve kompleksliydi- takılma amacıyla taktığım isimdi. Kendisi de bana aynı şekilde hitap ediyordu. -Şimdi çok uzadı gerçi- Ama uzun yıllar “ufaklık” deyip durduk birbirimize. Hala konuştuğumuzda aramızdaki diyalog:
-“N’aber ufaklık?”
-“İyiyim ufaklık. Sen nasılsın?” şeklindedir.

Hamsi
Sevdiği bir ünlüye verilen lakaptan esinlenerek bu lakabı bana takan arkadaşımı bir kez daha kutluyorum buradan.
-“Ey insan evladı, ne alakam var benim hamsiyle? Kime söylediysem “Daha neler…” tepkisiyle karşılaştım. Sırf x'i seviyorsun diye bana “Hamsiiiiiii” diye bağırman sence normal mi?”

Sempatik Pembiş
Tamamen beni kızdırma amacıyla düzenlenmiştir. Pembe renginden hiç hoşlaşmadığımı bilen arkadaşlarımın bana karşı düzenlediği haince bir komplodan fazlası değil. Aynı arkadaşlar, vejetaryen olduğumu bildikleri için yanımda etli yemeklerden bahsedip duruyorlar. –Görün neler çekiyorum?-

Alien
Lakap olmaktan çok isim olarak özleşti bu ad benimle. O yüzden lakap olarak sayıp saymamakta tereddüt ettim ama kimsenin ismi Alien değildir diye düşünerekten listenin sonuna eklemiş bulunmaktayım.

Bu kadar yeter. İsmim dışında her şekilde hitap edilmeye alıştım artık ben. Hayır ismim de “ Pablo Diego José Francisco de Paula Juan Nepomuceno María de los Remedios Cipriano de la Santísima Trinidad Ruiz y Picasso”  falan değil halbuki.

Yine konu nereden nereye geldi. Hâlbuki ben buraya geleneksel bir giriş yapmaya gelmiştim. Her neyse sevgili okurlar, ben biraz öyle biraz böyle, kulaklıkları kulağıyla kaynaşmış, kitap okumayı, gördüğüm her ağaca çıkmayı ve yeryüzündeki bütün ağaçları, radyo dinlemeyi,  insanları sinir etmeyi, resim yapmayı, voleybol oynarken smaç basmayı, basketbol oynarken faul yapmayı, futbol oynarken çalım atmayı, satranç oynarken uyumayı, film izlemeyi, duvar yumruklamayı ve tekmelemeyi, at ve köpek başta olmak üzere bütün hayvanları, keman çalarken uydurmayı, The Bigbang Theory izlemeyi, her kategoride yazı yazmayı, çizgi film seyretmeyi, Galatasaray’ı, boş zamanlarımda saçmalamayı, aşırı derecede bilgisayarımı, psikolojik bunalıma girerek yerlerde sürüklenmeyi, kışın karını ve çamurunu, yazın deniz sezonunu, baharların renklerini ve yağmurlarını, yabancı kimse olmadığında çocuk parkında oynamayı, eleştirmeyi, eleştirilmeyi, su şişelerime işkence etmeyi, hepsinden çok arkadaşlarını ve gülmeyi seven bir insan evladıyım. -Amma da hobim varmış be!-

Kendini beğenmiş insanları, saygı kavramından yoksun kişilikleri, Türkçe’yi rezil eden düşünce yapısını, demirlere sürtülen diğer demirlerin sesini, susuz kalmayı, okurken rahatsız edilmeyi, umumi tuvaletleri,  film ya da maç izlerken önümden geçilmesini, yemek yerken sadece yemek yiyor olmayı, televizyonu, mahremiyet sınırlarımın geçilmesini, anneanneme gidememeyi, denize gittiğimde yeteri kadar temiz olmamasını, nasıl olduğunu bilmediğim çürüklerimi, herhangi bir kaza sonucu bacağımı incitmeyi, ağlayamamayı hiç sevmem, hatta nefret ederim.

Bütün bunları anlatmamın amacı bir bakıma bu blogu açma nedenimle aynı gibi. Bu blogda bunlarla ilgili şeyler okuyacaksınız çünkü. Zaten büyük ölçüde tanımışsınızdır beni artık.  Tabi arada canım sıkılmıyor da değil. Belki etrafınızda vardır, sürekli bir şey yapan ama canım sıkılıyor diye çığıranlar... Ben onlardanım işte. 

Görüşmek üzere sevgili okurlar…


Cumartesi, Aralık 22, 2012

bir akdeniz ülkesi ispanya



İspanya…

Bütün dünyayı gezmek istiyorum ama ilk sıramda İspanya var. Bütün o Uzakdoğu ilgime rağmen hem de… Size İspanya’yı anlatmak istiyorum. 



Hepimizin bildiği şeyler vardır İspanya hakkında… Başkenti Madrid, dili İspanyolca falan… Ancak 1716’da kurulan bu devletin yönetim biçiminin meşruti krallık olduğunu insanların çoğu bilmez.

İspanya, (İspanyolca Espana) yardım, bilgi anlamına gelir.

Günümüzdeyse resmi adı İspanya Krallığı olan bu devlet beş yüz bin küsur km’lik bir yüz ölçümüne sahiptir. Her yıl kendi nüfusundan (46 küsur milyon) fazla sayıda turist bu ülkeyi ziyaret eder. (50 küsur milyon)

Coğrafi konum olarak Avrupa’nın güneybatısında, İber yarım adasının yedide altısını kaplayan bir Akdeniz ülkesidir. İnsanları da tipik Akdeniz insanıdır. Sıcak, konuşkan, samimi… İspanya’da 6 farklı iklim tipi görülür.


Güneyde ve doğuda Akdeniz’e, kuzeyde Atlantik’e kıyısı olan İspanya, Fransa’dan sonra Batı Avrupa’nın 2. Büyük ülkesidir. İsviçre’den sonra de Avrupa’nın 2. Yüksek ülkesidir. (Ortalama 650 m) Fas kıyılarında bulunan 7 ada ve Kuzey Afrika’da bulunan Septe ve Melilla eyaletleri de İspanya sınırları içerisindedir. Ancak bu topraklar İspanya’nın Fas’la bazı sorunlar yaşamasına neden olmuştur. (Halen Fas Ceuta ve Melilla şehirlerini istemektedir.) Yine, batıda komşusu olan Portekiz İspanya’nın Olivenza bölgesindeki egemenliğini tanımaz ve Birleşik Krallık’la da bir Cebelitarık sorunu olmuştur. (Şu anda bu sorun BM tarafından çözülmeye çalışılıyor.)

İspanya’nın oldukça geniş bir tarihi vardır. M.Ö. 1100 yıllarında Fenikelilerin ilk yerleşim merkezlerini kurmasıyla başlayan bu tarih Keltlerin ve Yunanların onları takip etmesiyle devam eder. Daha sonra Kartacalıların egemenliğine giren İspanya, MÖ 202 yılında Romalıların Kartacalıları İberik yarımadadan atmasıyla köklü bir değişim geçirir. Bu tarihten sonra Roma İmparatorluğu İspanya’da birliği sağlar ve Hıristiyanlığı yayar.

Belki İspanya tarihinin bizi en çok ilgilendiren kısmı olan Endülüs hikayesi şöyle başlamaktadır. 8. Asrın başlarında Kuzey Afrika’dan gelen Müslümanlar kuzeydeki birkaç bölge dışında İspanya’ya hakim olur ve 8. Asırdan 10. Asra kadar Endülüs medeniyetini devam ettirirler.

İlk başta ordular İspanya’nın Vizigot savunmasını yoklar. İber yarım adasını istila eden bu mağribiler Fas’ın Berberi halkıydı. 711’de Tarık Bin Ziyad’ın 12.000 kişilik ordusuyla dağlık bir buruna çıkartma yapmasıyla başlayan Endülüs efsanesi –Bu dağa Jabal Tariq ismi verilmiştir. Yani; Tarık dağı.- Kuzey Afrika’da yöneticilik yapan Musa Bin Nusayr’ın ordusuyla gelmesiyle devam etti. 3 yıl içinde hemen hemen bütün bölgeleri fethetti ve Fransa’ya akın etmeye başladı.

11. asırda ülkenin iç karışıklıklarından faydalanan İseviler kuzeyden başlayarak adayı yeniden ele geçirdi. 1276’da Müslümanların elinde yalnızca güneydeki Granada kalmıştı.
Daha sonra İspanya Kastilya ve Aragon krallıklarının hakimiyeti altına girdi. Valencia’nın 1238’de Aragon ve Katolonya ile birleşmesiyle ülkenin ticari ilgisi Karadeniz’e kadar uzandı ve Barcelona, Valencia limanları köle, baharat, tekstil, ilaç vb. şeylerle dolup taştı.

1492’de Granada yıkıldı.  Bu tarih size oldukça tanıdık gelmiştir. Evet, Kristof Kolomb’un İspanyol hükümdarının desteğiyle Amerika’yı keşfettiği ünlü geziye çıktığı yıl. –Tabi Kristof Kolomb’un amacı Hindistan’a vararak dünyanın yuvarlak olduğunu ispatlamaktı, kara göründüğünde o Hindistan’a geldiğini sanıyordu.- Bu yolculuk sonun İspanya dünyanın en büyük sömürge imparatorluklarından birini kurdu. İspanyol askerler onları hediylerle karşılayan yerlilere işkence etti ve soykırım yaptı.

                Kolomb’un yakın arkadaşı olan Bartolome de Las Casas, 1542 tarihli “Kızılderililer nasıl yok edildi?” isimli kitabında bu olaydan şöyle bahseder: "Amerika yerlilerinin Hıristiyanlara karşı giriştikleri savaşta haklı olduklarına yüzde yüz eminim. Öte yandan Hıristiyanlar onlarla tek bir haklı savaş yapmadı. Tam tersine savaşları dünyadaki hiçbir zorbanın olamadığı kadar şeytansı ve haksızdı."

1588 yılında İspanyol Armada'nın İngiliz donanmasına yenilmesini takip eden taht ve din kavgaları sonunda İspanya zayıflayarak çökmeye başladı. 1640'ta Portekiz'i, 1714'te ise Avrupa'daki bazı topraklarını ve Cebelitarık'ı kaybetti. On dokuzuncu yüzyılın başlarında İspanyolların Amerika'daki bütün sömürgeleri bağımsızlıklarını kazandı.


                Peki, I. Dünya savaşında İspanya ne tarafta yer aldı? Bu soru aklıma geldiğinde sarsıldığımı hissettim çünkü bir türlü anımsayamıyordum. İttifak devletlerinden biri değildi, hayır. Ama itilaf devletlerinden biri de değildi. I.Dünya savaşında 'nda İspanya bütün davetlere rağmen tarafsız olarak kaldı fakat savaştan büyük ölçüde etkilendi. Fransa, İspanya'nın bazı topraklarına saldırıp işgal etti.

General Primoderivera, çıkan ayaklanmaları bastırarak ülkede diktatörlük kurdu. 1930 yılında iktidardan düştü. Bir yıl sonra yapılan seçimleri cumhuriyetçilerin kazanması sonucu Kral VIII. Alfonso ülkeyi terk etti. 1936'da yapılan seçimlerde solcuların başarılı olması üzerine ülkede iç savaş baş gösterdi. 1939'da iç savaşın sona ermesiyle Franco devlet Başkanı oldu. II.Dünya savaşındaı'na da katılmayan İspanya'da ordunun desteğiyle Franco savaştan sonra da yerini korudu. 1975 yılında Franco'nun ölmesiyle yerine I.Juan Carlos geçti. 1976'da Başbakan Navarro'nun istifası ile Carlos kral oldu ve Alfonso Sourez'i başbakanlığa atadı.

15 Haziran 1977'de, 41 yıl sonra İspanya'da ilk defa genel seçimler yapıldı. Sourez'in başkanı olduğu Demokratik Merkez Birliği çoğunluğu elde etti. 1981'de sağcı Albay Tejero Cortes'in meclisi basarak yaptığı darbe girişimi sonuçsuz kaldı. 1982 seçimlerinde ise Sosyalist Parti seçimi büyük çoğunluğu elde ederek kazandı ve 46 yıl sonra İspanya'da yeniden bir sol iktidarın doğmasını sağladı.

1975'te Francisco Franco'nun ölümünden sonra, Franco rejiminin dış ilişkileri engellediği İspanya, dış ilişkilerini geliştirmeye karar verdi. 1982'de NATO, 1986'da ise AB üyesi oldu. 2001'de Kuzey Kore ile ilişkilerin normalleştirilmesi ile de İspanya tüm dünya ile ilişkilerini düzeltmiş oldu. (Birleşik Krallık, Fas ve Portekiz sorunları devam etmektedir.)


İspanya 17 özerk bölgeye ve 2 özerk şehre ayrılmıştır. Ayrıca İspanya'da elli il bulunmaktadır. Yedi özerk bölgenin her biri (AsturiasBalear Adalar, Cantabria, La Rioja, Madrid, Murcia, ve Navarre) aynı zamanda bir ildir. Tarihi sebeplerden ötürü, bazı iller ayrıca comarcas denilen ilçelere ayrılmıştır. İspanya'daki en küçük yönetim birimi belediyelerdir.
İspanya ordusunu kral yönetir. Ordu dörde ayrılır.
-Kara Kuvvetleri (Ejército de Tierra)
-Deniz Kuvvetleri (Armada)
-Hava Kuvvetleri (Ejército del Aire)
-Askeri Polis Kuvvetleri (Guardia Civil)

Dünya Bankası verilerine göre İspanya dünyanın en büyük sekizinci ekonomisine sahiptir.
Temmuz 2008 itibariyle İspanya'nın nüfusu 40.491.051 kişidir. En yoğun il ise Madrid'dir.
Ülke genelinde tahmini ömür 79.92 yıldır.

İspanyolca İspanya'nın tek resmi dili olarak kabul edilir, diğer diller ise sadece özerk bölgelerde günlük hayatta kullanılan ana dildir. Ayrıca İspanyolca dünyada en çok konuşulan 3. Dildir. 610 milyon civarı kişi İspanyolca bilmektedir ve yaklaşık 460 milyon kişinin de ana dilidir. İspanya, Afrika ve Amerika dışında 33 başka ülke daha İspanyolca konuşmaktadır. Yabancı dil olaraksa İngilizce ve Fransızca konuşulur. 


İspanyol anayasası ikinci maddesinde devletin bir dininin olmadığını belirtir. Ancak halkın %96'si resmi olarak Katolik'tir. Bunun yanında 2002 yılında Centro de Investigaciones Sociológicas kurumunun yaptığı bir anket sonucunda ankete katılanların sadece %80'i Katolik olduğunu söylemiştir. %12'lik kesimin ise herhangi bir dine mensup olmadığı ortaya çıkmıştır. Katoliklerin de %54'ünün çok az kiliseye gittiği veya hiç gitmediği bulunmuştur. Diğer katoliklerin de %15'i ara sıra, 10%'u ayda birkaç kez, 19%'u ise her pazar kiliseye gittiğini belirtmiştir. Tüm İspanyol halkının %22'si ise en az ayda bir dini görevlerini yerine getirdiğini belirtmiştir.

Katolik Kilisesi Papalıkla yapılan bir anlaşmadan dolayı İspanya hükümeti tarafından desteklenen bir kilisedir. İspanya'da Katolik Kilisesi inananlardan toplanan yardımlar sonucu ayakta kalmadığından, resmi olarak yardım toplamasına da gerek yoktur. Hıristiyanların en çok ziyaret ettiği kutsal yerlerden biri olan Santiago de Compostela da İspanya'da bulunmaktadır.

Nüfusun %2.5'ini İslam, %1'den daha az kısmını ise Musevi dinine mensup kişiler oluşturmaktadır.

***

Umarım bir gün İspanya’ya gider ve Miguel de Cervantes, Arnaldus de Villa Nova, Barselonalı Lupitus, Dr. Javier Solana Madariaga, Pablo Martín Asuero, İbn Rüşd, Miguel Servet, Hasday bin Şaprut, Pablo Picasso, Muhyiddin İbn Arabi gibi bir çok değerli şahsiyetin yaşadığı yerlerden geçerim…
Ve umarım o muhteşem Elhamra sarayını her ne kadar tahrip olmuş olsa da gezerim.

“… Elhamra'ya basit bir dış kapıdan giriliyor. Girerken hârikulâde bir mekân içine girileceğinin farkına bile varılmıyor. Girdikten sonra bir âlemden başka bir aleme geçmiş, sanki bir rüyanın ortasına düşmüş gibi gözlerimi kapadım ve açtım, öylesine bir hayret içindeydim. Bu şaşkınlık daireden daireye geçtikçe arttı. Nazar değmemiş bir beyazlık içinde, sülüs bir yazı sarmaşığı gülümseyen bir güzellikle bütün duvarları sarmış; nakşın ve oymanın hudutsuz oyunları, tavanların derinliklerine kadar her tarafı örtmüş, ama her taraf yine de bembeyaz görünüyor.”

Not: Muhyiddin Arabi’nin tam adı: Abū `Abd Allah Muhammad b. `Ali b. Muhammad b. al-`Arabi al-Hātimī al-Tā’ī,
İbn-i Rüşd’ün künyesi: Ebū'l-Velīd Muḥammed ibn Aḥmed ibn Muḥammed ibn Rüşd, 
Pablo Picasso’nun tam adı: Pablo Diego José Francisco de Paula Juan Nepomuceno María de los Remedios Cipriano de la Santísima Trinidad Ruiz y Picasso’dur.

Her ne kadar ben daha size İspanyol iç savaşından, İspanyol Armada’dan, Futbolundan,  ve diğer nice önemli işler yapmış olan İspanyollardan, İspanyol İmparatorluğundan ve diğer sosyal açılardan İspanya’yı anlatmak istesem de zaten çok uzun olduğu için buna yeltenmiyorum.
Özetlemek için elimden geleni yaptım, vikiden bile yardım aldım ama kısaltması oldukça zor.
Sıkıcılığı azaltmak amacıyla kısa cümleler kurmaya çalıştım. Başarılı olduğumu sanmıyorum ama içinizde ufak da olsa bir İspanya merakı uyandırabilmişsem ne mutlu bana.

The end.

Bir kaç resim...

 -Madrid-
-Golden Temple-



-Madrid-
           -Hemispheric-


 -Madrid-
-Toledo- 
 -Guggenheim museum, Bilbao-


-Guggenheim museum, Bilbao-

 -Temple Debod-







 -Flamenko öğrenen çocuklar-

 -Mercado-
 -Metropolis-

-Oceanographic-




 -Eski Cobblestone köprüsü-

-Geleneksel boğa koşusundan bir görüntü- 




-Boğa güreşlerinin yapıldığı arenadan-


 -Plaza Mayor Salam-


 -Rioja-

 -Sagrada Familia-


 -Tajo nehri, Toledo-
 -Temple Debod-


 -Valencia-

 -Alicante-
 -Hecules kulesi-
 -Marbella kıyısı-
-San Sebastian-


Perşembe, Aralık 20, 2012

s.o.s



Aynı gün içinde 230632 kere “Bugün varız, yarın yoğuz.”  Cümlesini duymuş olmaktan mağdur ve mahzun yeniden karşınızdayım sayın seyirciler…
Her ne kadar kanalımızın reytingleri sıfırın altında 78 derece civarında olsa da biz pes etmeden yayınımıza devam ediyoruz.

Bugünkü programımızın konusu “İğrenç espriler”
 Her ne kadar sebebini anlamasam da bugünlerde çevremde bir iğrenç espriler furyası almış başına gidiyor. Hala ergenlikten çıkamamış bu kazık kadar insanları saygıyla (!) selamlıyorum. Ancak bazen hiç beklemediğimiz insanlar da bunu yapabiliyor. Aklı başında dediğimiz yaşını başını almış insanlar bile bu akıma kapılmış gibi görünüyor. Peki, bu akımdaki çekicilik ne?

Ben şahsen bu esprilerin yapılma nedeninin karşıdakinin kusma benzeri hareketlerle verdiği tepkiden kaynaklandığını düşünüyorum. İnsanların suratının buruşması, hayattan bezmesi falan uzaktan oldukça eğlenceli görünüyor olmalı. Başka türlüsü düşünülemez.
Birkaç örnekle ne demek istediğimi daha iyi anlatmak istiyorum.

Mesele geçen gün hocanın derste “Bu caiz, Bu caisn’t.” Demesi. Sen hocasın ya ne yapıyorsun? Hepinizin suratının düştüğünü görür gibiyim. Ama bu daha başlangıç sayın izleyiciler…
Geçen gün yine 21 Aralık muhabbetini döndüğü bir yerde araya girip:
-“Gençler, geçenlerde bahsettiğiniz (21 Aralık 2012’de sona eren) Haab takviminin devamı bulundu. Guatemala'daki yağmur ormanlarında bulunan antik Maya kenti Xultun’da.  Hala neyin davasını güdüyorsunuz?” dedim. Aldığım cevap ise:
-“Hahahah… Mayaların mayası tutmadı.” oldu. 
Doğaçlama yapılan bu iğrençlikten sonra seratonin dozumu 100 mg daha arttırdım.

Biter mi? Harika cevaplarımız var bir de… Sunum yapan arkadaştan...
“Soru: Susuzluk nedir?
Cevap: Susuz kalma durumu.”

Geçen gün de bir uluslararası iğrençleşme başladı ki sormayın gitsin…
“İngilizler ben izlemem.”
“İspanyollar ben yollamam.”
“Almanlar ben anlamam.”

Ya da “espri zarfı”na atılan küçük, asimetrik kâğıt parçalarında yazanlar…
(UYARI: 18 yaşından küçükler, hamileler ve hamilelik şüphesi olanlar, yaşlılar, hayatı sevenler okumasın.)

***

“Adamın biri bozuk çalmış orkestradan kovmuşlar.” Ve diğer adamın biri türevleri.
“Ondan sonra… On bir gelir.” (Sinir krizleri…)
“Çok saygılı biriyimdir, aynada ne zaman kendimi görsem ceketimi iliklerim.”

“İnsanların %78’i matematiği yapamıyormuş Allah’tan ben geri kalan %25’in içindeyim.”
“Sibirya kurduysa Amerika kuramaz.”
“Adam yüz milyonluk arabasıyla bana hava atıyor. O bir şey mi ben 250 milyonluk otobüse biniyorum.”
"Mozomlar ikiye ayrılır: Kro-mozomlar ve kibar mozomlar…”
“Depresyon-dayım, stres amcam…”
“Size deniz anası taklidi yapayım mı?
-Deeeniiz gel yavrum gel anneciiiğiiimm.”
“-Rock yapmayan kişiye ne denir?
-Yap-rock”
“Bir romanı 7 kız yazarsa ne olur?
-Seven kızın romanı.”
“Tebrikleri Kazan-dınız, şimdi tencere oldunuz.”
“Limon deyip geçme, çünkü parola “limon” değil.”
“Bu konuda sen ne diyorsun?
-Katılıyorum
-Sıvılıyorum
-Gazlıyorum”
“John Wayne’in ebesi kimdir?
-Ebeveyn”
“Sıcak buza ne denir?
-Hatice (hot ice)”
"O kadar demiyim demiyim dedim. İnanmadılar." -Demi Lavato-

*** 

(Hayır, anlamıyorum, neden ben Allah’ım neden? Duymamış gibi yapmaktan yoruldum artık! Hangi yüzyıldan kalma bunlar, biri açıklık getirsin.)

En kısa zamanda bir çözüm bulacağız. Bugün televizyon yayınımızın gelirlerini bu arkadaşların tedavisinde kullanacağız. Tedaviye yardım etmek isteyen seyircilerimiz, lütfen bizimle temasa geçin. Toplumdaki bu salgına karşı duyarsız kalmayın, “Baba espri yaptırtma!” kampanyamıza destek verin.
İyi seyirler…


Not: Bu arada şu konuda çok ciddiyim, bunlardan kurtulmanın bir yolunu bilen varsa… Lütfen, lütfen ama lütfen yardım edin. Ülkemizdeki intihar oranının artmasını engelleyelim.


2 Ağustos 2015 Editi: Neredeyse üç yıl sonra yazdığı yazıyı tekrar gözden geçiren yazar acı gerçekle karşı karşıya kaldı. Çünkü artık kendisi de bunun bir parçası olmuş olabilir de...