Pazartesi, Aralık 24, 2012

ben paul muad-dib


Merhabalar efendim,
Bu yazının yazılma amacı tamamen blog geleneklere uygun gitmektir. Gördüm ki her yeni blog açan blogger özgün bir girizgâh yazmışlar. Bense “Ben amatörüm!” diye cırlayan bir yöntemle giriş yaptım. İtiraf ediyorum ki hiç de farklı olma çabası falan yoktu, tamamen cahilliğimden kaynaklanıyor.

Genelde benim tip bu oluyor.
Kendimi tanıtmam gerekirse; Zat-ı alim gayet sıradan bir insan olup, dünyayı sarsacak bir olayın baş rolünü falan üstlenmemiştir. Çok geveze olduğum söylenirdi ama bu yaklaşık 5 yıl önceydi. Şimdiyse yalnızca yazarken zevzekleşiyorum. Oldukça orijinal kişiliklere sahip olan arkadaşlarım tarafından bambaşka isimlerle çağrılıyorum. En popüler olanlarını sizinle paylaşmam gerekirse;

Necati abi
4 yıllık bir geçmişe sahip olan bu lakabın doğuşu da lakap kadar benimle kel alakadır. Arkadaşlarımın “Saygılar abi…” derken ellerini göğüslerine koyup eğilmeleri nedeniyle ortaya çıkmıştır. O gün bugündür patlayıp gitmiştir. Öğretmenlerim dahi bu şekilde seslenmeye başlamışlardır.

Esra
Alzheimer hastası Hanife teyze sayesinde başlayan bu akımın henüz önü kesilmemiştir. Kendisi beni 4 yıldır komşusunun kızı Esra sanmaktadır ve ettiğim yeminlerin hiç birine inanmaktadır. Evi tam okul yolumun üzerinde olduğu için ister istemez çok sık karşılaşıyorduk. Benim için oldukça tehlikeli dönemlerdi. Bizim çocuklar da inadıma “Esra teyze o Esra, sana yalan söylüyor.” Deyince teyze hepten bana inanmaz oldu. –Tabi defterlerini dürdüm ben onların daha sonra-
Gerçek Esra’yı bulup getirdiğimde bile ikimize de uzun uzun bakıp yeniden Esra’nın ben olduğuma karar vermişti. Teyze valla değilim ben Esra, neden yalan söyleyeyim?
En sonunda pes edip Hanife teyzenin manevi torunu Esra olarak rolümü kabullenmiştim.

Şeytan/ Yaratık
Psikolojik sorunları olan matematik öğretmenimin –yüzüne de söylemiştim, o yüzden gayet rahatım- sürekli beni bu şekilde çağırmasından fenalık gelmişti artık. O bana gerizekalı, soytarı gibi başka hakaretler de ediyordu gerçi. –Çok da umurumdaydı, hııhhh- Sonra da iltifat etmiş gibi sırıtıyordu.

Ufaklık
Boy problemi olan bir arkadaşıma –Erkekti ve kompleksliydi- takılma amacıyla taktığım isimdi. Kendisi de bana aynı şekilde hitap ediyordu. -Şimdi çok uzadı gerçi- Ama uzun yıllar “ufaklık” deyip durduk birbirimize. Hala konuştuğumuzda aramızdaki diyalog:
-“N’aber ufaklık?”
-“İyiyim ufaklık. Sen nasılsın?” şeklindedir.

Hamsi
Sevdiği bir ünlüye verilen lakaptan esinlenerek bu lakabı bana takan arkadaşımı bir kez daha kutluyorum buradan.
-“Ey insan evladı, ne alakam var benim hamsiyle? Kime söylediysem “Daha neler…” tepkisiyle karşılaştım. Sırf x'i seviyorsun diye bana “Hamsiiiiiii” diye bağırman sence normal mi?”

Sempatik Pembiş
Tamamen beni kızdırma amacıyla düzenlenmiştir. Pembe renginden hiç hoşlaşmadığımı bilen arkadaşlarımın bana karşı düzenlediği haince bir komplodan fazlası değil. Aynı arkadaşlar, vejetaryen olduğumu bildikleri için yanımda etli yemeklerden bahsedip duruyorlar. –Görün neler çekiyorum?-

Alien
Lakap olmaktan çok isim olarak özleşti bu ad benimle. O yüzden lakap olarak sayıp saymamakta tereddüt ettim ama kimsenin ismi Alien değildir diye düşünerekten listenin sonuna eklemiş bulunmaktayım.

Bu kadar yeter. İsmim dışında her şekilde hitap edilmeye alıştım artık ben. Hayır ismim de “ Pablo Diego José Francisco de Paula Juan Nepomuceno María de los Remedios Cipriano de la Santísima Trinidad Ruiz y Picasso”  falan değil halbuki.

Yine konu nereden nereye geldi. Hâlbuki ben buraya geleneksel bir giriş yapmaya gelmiştim. Her neyse sevgili okurlar, ben biraz öyle biraz böyle, kulaklıkları kulağıyla kaynaşmış, kitap okumayı, gördüğüm her ağaca çıkmayı ve yeryüzündeki bütün ağaçları, radyo dinlemeyi,  insanları sinir etmeyi, resim yapmayı, voleybol oynarken smaç basmayı, basketbol oynarken faul yapmayı, futbol oynarken çalım atmayı, satranç oynarken uyumayı, film izlemeyi, duvar yumruklamayı ve tekmelemeyi, at ve köpek başta olmak üzere bütün hayvanları, keman çalarken uydurmayı, The Bigbang Theory izlemeyi, her kategoride yazı yazmayı, çizgi film seyretmeyi, Galatasaray’ı, boş zamanlarımda saçmalamayı, aşırı derecede bilgisayarımı, psikolojik bunalıma girerek yerlerde sürüklenmeyi, kışın karını ve çamurunu, yazın deniz sezonunu, baharların renklerini ve yağmurlarını, yabancı kimse olmadığında çocuk parkında oynamayı, eleştirmeyi, eleştirilmeyi, su şişelerime işkence etmeyi, hepsinden çok arkadaşlarını ve gülmeyi seven bir insan evladıyım. -Amma da hobim varmış be!-

Kendini beğenmiş insanları, saygı kavramından yoksun kişilikleri, Türkçe’yi rezil eden düşünce yapısını, demirlere sürtülen diğer demirlerin sesini, susuz kalmayı, okurken rahatsız edilmeyi, umumi tuvaletleri,  film ya da maç izlerken önümden geçilmesini, yemek yerken sadece yemek yiyor olmayı, televizyonu, mahremiyet sınırlarımın geçilmesini, anneanneme gidememeyi, denize gittiğimde yeteri kadar temiz olmamasını, nasıl olduğunu bilmediğim çürüklerimi, herhangi bir kaza sonucu bacağımı incitmeyi, ağlayamamayı hiç sevmem, hatta nefret ederim.

Bütün bunları anlatmamın amacı bir bakıma bu blogu açma nedenimle aynı gibi. Bu blogda bunlarla ilgili şeyler okuyacaksınız çünkü. Zaten büyük ölçüde tanımışsınızdır beni artık.  Tabi arada canım sıkılmıyor da değil. Belki etrafınızda vardır, sürekli bir şey yapan ama canım sıkılıyor diye çığıranlar... Ben onlardanım işte. 

Görüşmek üzere sevgili okurlar…


2 yorum:

  1. Blogunu herkesten saklıyorsun demek :D

    YanıtlaSil
  2. :D Pek sayılmaz aslında. Düşünüyorum... Saklıyor muyum? :D

    YanıtlaSil