Cuma, Mart 28, 2014

Sevilen Bloglar Mimi

Bugünlerde bilgisayarın başında tam olarak böyleyim ama...
Bana ne yaptılar, bana ne yaptılar, çok değişmişim, birden tanıyamadım...

Keyaki, yani Kedili Yazıcı Kişi, beni mimlemiş! Kendisine pek bir teşekkür ederim çünkü çok sevimli bir mim. İki mim üst üste oldu gerçi ama adam gibi yazdığım yok zaten, ben yazsam da okuyanım yok orası ayrı bir konu.

Bloggerda ilk takılmaya başladığım zaman takip ettiğim blogların sayısı iki elin parmaklarını geçmezdi ama şimdi çok fazla baktığım blog var. Ama en fazla baktıklarımızdan bahsetmek gerekiyormuş. Oturdum ve başka hiçbir işim yokmuş gibi tek tek takip ettiğim blogları ziyaret ettim. Alfabetik sırayla yazdım, listem pek uzun oldu ama aslında daha da uzun. Unuttuklarım olmuş olabilir, mazur görün, olur mu?

‘K’ore Günlükleri: Kore’yle ilgili takip ettiğim çok blog var ama bunlardan gerçekten sevdiğim bloglardan biri. Seviyorum çünkü komik. Dizilerle alakalı pek çok yazı yazmasına rağmen, ki diziler gerçekten ilgimi çekmiyor, gülmek için açıp okuyabiliyorum. Çok aktif bir blogger olmasa da umarım her zaman yazmaya devam eder!

60’lar 70’ler 80’ler / Mezardaki Ses: Bu blogta genellikle müzikten bahsediliyor  ve bu benim blogu sevmem için yeterli. Çok sıkı takip ettiğim de söylenemez ama seviyorum işte.  Özellikle kenar çubuğuna ayrı bir sempatim var. http://zihninarkasokaklari.blogspot.com/

Baykuş Gözüyle: Bahsettiği şeylerin sadece film ve kitap olması değil sevmemin nedeni, kaliteli kitap ve filmler olması. Az öz yazan blogger takımından kendisi.^^ http://baykusgozuyle.blogspot.com/

Be-Pu: İlk zamanlardan beri takip ettiğim az buçuk bloglardan biri. Neden bilmiyorum, edebi yazılar konusunda fazla eleştirel bir yönüm var. Buna rağmen sevdiğim bir blog, hiç okumamış bir insan bile bu yazılardaki estetiği anlar diye düşünüyorum. http://be-pu.blogspot.com/

Bir Film Koliğin Güncesi: Öncelikle, bu blogun sahibesi Kore dizisi izliyor.^^ Ve çok da güzel anlatıyor. Bunun yanında filmlerden, kitaplardan ve müzikten söz açmayı da unutmuyor. http://olaganici.blogspot.com/

Bir Garip Şeyma: Şeyma işte, dizilerden, filmlerden, kitaplardan, K-pop’tan konuşan, öyküler yazan bir garip insan. Korelilerde “Kapı komşusunun çocuğu” diye bir ifade vardır, çok yakın hissettiklerine öyle derler. Şeyma da bizim komşunun çocuğu sanki. :D http://birgaripseyma.blogspot.com/

Blog Başlığı: Bu blogun adına bayılıyorum ya, cidden… Çok orijinal bir yazara sahip olduğunu da eklemeliyim. Sanırım kenar çubuğunda belirtildiği ise bir doktora görünsem iyi olacak çünkü blogu seviyorum! http://suki-the-human.blogspot.com/

Çançiceği: Bir blogta iki yazar olsa, bunlardan biri Hanijuni diğeri de Çançiçeği olsa nasıl olur? Çok güzel olur, olmuş. Bir aydır kendilerini sahnelerde göremesek de en yakın zamanda döneceklerine şüphem yok. Beklemede kalıyorum gençler! http://cancicegii.blogspot.com/

EFE KIZI: Dikkat Dikkat! Koyu VIP! Şaka bir yana, bahsettiği diğer şeylere Bigbang daha ağırlıkta kalıyor. Eğlenceli de bir anlatımı olduğu için ya da fangörl asasddsa bana öyle geliyor ama seviyorum işte. http://efekizi.blogspot.com/

Elisabeth Vogler'in Sönmek Üzere Olan Sigarası ve Küllük: Edebiyatı parçalamadan yapanlara saygım da sevgim de sonsuz. http://elisabethvogler.blogspot.com/

ga’yrimeşru blog: Mikal Zia’yı hala tanımayan var mıdır ya? Sanmıyorum ama yine de es geçemezdim elbette. Genelde Kore-Japonya müziği hakkında yazıyor ama bununla sınırlamamak lazım tabi. Kendinse has bir tarzı da var. http://mikalzia.blogspot.com/

Hey!Say!Shirushi!: Shiru, blogun bana kazandırdığı en yakın arkadaş. Tanışmamızın üzerinden bu yana  neredeyse 8 ay geçti. Pek çok şey hakkında pek güzel sohbetler ettik. Yazdıklarını okumasam bir tarafım eksik kalır kısaca. :D http://heysayshirushi.blogspot.com/

Hikaruivy’nin renkli dünyası: Oldukça uzun zamandır takip ettiğim blgolar listesinden olur kendisi. Yine Kore odaklı olmakla birlikte Hikaru’nun hayatından kesitlerle, komik anlatmıyla kendisini sevdiren bir blog/blogger. http://hikaruivy.wordpress.com/

I FEEL GOOD: Filozof blogun bana kazandırdığı iki numaralı arkadaş olur. İlk duyduğumda “Küçük Filozof” ismini yadsıdığımı söylemeliyim ama kendisini tanıyınca uygun durduğunu anladım. İleride önemli yerlerde göreceğiniz bir arkadaşınız gençler, o yüzden dikkat alın bence :P http://ifeelgoodman.blogspot.com/

Ispanak Gazetesi: Daha blogu okumaya başlamadan adına vurulmuştum, her şey için çok geçti yani. Ezgi inanılmaz samimi olmakla birlikte o İspanya’yı gezmiş görmüş bir insan artık, lütfen! Saygı gösterin! :P Ayrıca SNSD’yi sevmeyen biri varsa derhal kendisine gönderebilirsiniz maksimum iki gün içinde koyu bir Sone olarak geri alacaksınızdır. http://ezgdmrll.wordpress.com/

K-Müzik Notları: Blog açma nedenim olan blog. O zamanlar adı “Kore’den biraz müzik biraz ondan bundan” idi, sonra “Kore’den biraz müzik” oldu derken… Niye tarihçe veriyorum şimdi bilmem. Nypmhe, K-pop’ı sevdiren insanlardan biri oldu. Neden sadece K-Müzik hakkında yazdığını hala anlamış değilim ama… http://memyselfandkoreanmusic.blogspot.com/

Kalem Kutusu ve Karalama Defteri: Ya Leyl akıcı kitaplar okuyan, yazan, çizen ve genelde K-pop dinleyen bir insandır. Yazıları benim ilgimi çekiyor, okumayı seviyorum. http://myeyesandvoice.blogspot.com/

Keyaki’nin Defteri: “Keyaki” ismini de çok orijinal bulmuştum, onu keşfedeli çok zaman olmadı sanırsam, belki de olmuştur. Zaman ve uzam konusunda büyük sıkıntılarım var. İzafiyet bende haddini aştı. Neyse, Keyaki’nin öyküleri genelde Çehov tarzı olduğu için ben pek seviyorum. Diğer yazılarını ise yazan Keyaki olduğu için^^ http://kediliyazicikisi.blogspot.com.tr/

Keypapshow: Aydaaaaaaan! Son zamanlarda neden bu kadar az yazıyorsun bilmiyorum ama ben yaz da okuyayım diye bekliyorum. Muhtemelen görmeyeceksin bunu ama olsun ben diyorum. :D Buralara comeback yap plz! http://keypapshow.wordpress.com/

Kimbapsushi’s Blog: iki saattir milletin ismine sulanıp duruyorum ama suçu bende mi? Hayır. Blogunda uzakdoğuyla ilgili yazarken isim olarak da kendine Kore ve Japonya’dan yemekler seçmesi çok hoş.  En azından bence öyle. :D http://kimbapsushi.wordpress.com/

La Fea: Gong Yoo dedin mi akla onun adı gelir! Fea Fea Fea! Gelmiyorsa bir sorun var demektir. Gong Yoo dışında kitap, dizi, film, müzik yazıları da yazar La Fea ama ben onu Gong Yoo ile özdeşleştirdim. :D http://lafeablog.net/

Nafile Filintalar: Afilli Filintalar’ı hiç duydunuz mu? Kendilerini onların kardeşi ilan eden, sevimli mi sevimli bir grup. Abilerinden daha çok sevdim ben onları.^^ http://nafilefilintalar.blogspot.com/

Ne Olsun…:) : LoverK blogunun adını o amaçla koymamış olabilir ama ben “Ne olsun işte, yuvarlanıp gidiyoruz.” Söylemi olarak algıladığım için pek sevmiştim. İnanılmaz samimi yazılarıyla kendisini sevdirir. Şu sıralar biraz sınav meselesi ile zor durumda ama bunu da atlatacağına dair şüphem yok. http://lowerkorea.blogspot.com/

Pozitif Manyak: “Kendi yolunda,kendi hayalleri peşinde,insanları gülümsetmeyi seven,kendini gülümsetebilecek birini arayan manyak işte.” Diye tanıtıyor kendini. Sevdim ben bu tanımı. http://pozitifmanyak.blogspot.com/

Ruh Müzem: Edebiyatı parçalamadan yapan bir diğer arkadaşımız Z. Evet, adı bu. Kendisini önce Nafile Filintalar blogunda gördüm. Seviyorum yazılarını. http://zeynepmerdan.blogspot.com/

Uzakdoğu Postası: Halis mulis bir Uzakdoğu blogu, genel haberleri almak için birebir. Ha bir de KAT-TUN fanıysanız eğer, hele hele de Kame, değmeyin keyfinize! http://uzakdogupostasi.blogspot.com/

Son Çalan Şarkı: Ve son bahsedilecek blog. Ve yazılarını okumayı binbir hevesle beklediğim... Ve kendi blogumdan daha fazla girdiğim… Ve bu adam ne zaman kitap çıkaracak yahu? Diye merak ettiğim… O kadar iyi yazıyor ki “İşte benim aradığım bu!” diyorum okurken. Hiçbir kasıntı olmadan, öylesine gelişigüzel öylesine doğal… öylesine “insan” ki… Bu aralar taktım anlayacağınız üzere, yazılar diyorum doktor, ne güzel!  http://soncalansarki.blogspot.com.tr/


Size ne yazayım diye sormayacağım çünkü zaten fikir belirtmiyorsunuz. Ne yazsam okursanız diye de sormayacağım çünkü okusanız bile yine fikir belirtmiyorsunuz. Vazcaydım ben artık... Ne istersem onu yazacağım, hıh!! :D

Hadi görüşürüz!


Pazar, Mart 23, 2014

Mart Mimleri Ve Mart Yağmur'ları


Uzun uzun oldukça uzun bir zaman sonra “Saçmalarkene” blogunun sahibesi Sıla tarafından mimlendim. Kendisine teşekkürlerimi sunuyor veee… Düşününce ben de kendi blogumun adını “saçmalardan seçmeler” koyabilirmişim mesela, çok uygun görünüyor ama her şey için çok geç. İki tane mim var gençler.

1-Neden blogunun ismi Arrakis?

Hemen anlatayım, benim favori kitap kahramanım Paul olunca, kullanıcı ismi olarak da onu seçmek istedim. Sonra bu blogun bir nevi benim gezegenimvari olacağını düşündüm. Paul’ün gezegeninin ismi de Arrakis ya da bilinen adıyla Dune olunca, seçimim de bu yönde oldu tabi. Ayrıntıya girmem gerekirse bu soruyu daha önce şu şekilde uzun uzun cevaplamıştım:

Tüm zamanlar en çok satan Bilim Kurgu romanı sizce hangisidir? Maalesef cevap çok da güncel değil. 20. Asrın ikinci yarısında, Frank Herbert tarafından yazılan “Dune” serisidir. Bundan yüzyıllar sonrasını o kadar geniş bir çerçevede ve o kadar ileri düzeyde bir hayal gücüyle anlatır ki hala Frank Herbert gibi yazar gelmiş değildir. Seriye ismini veren “Dune” ise olayların geçtiği gezegenin adıdır. (Diğer onlarca gezgenden sadece biri…) Ya da yerlilerinin deyimiyle “ARRAKIS” Paul Muad-Dib, yani benim blogger nickim ise ilk iki kitabın baş kahramanı. İkincisinin sonunda ölüyor ama. -Tabi depresyona girmiştim ben- Kendisi erkek bile olsa şimdiye kadar sevdiğim nadir baş kahramanlardan biri çünkü hepsinden farklı, sıra dışı bir karakter… Aslında sadece o değil, bütün kahramanlarına gönül verdiğim bir seri “Dune” Peki neden bir kitap serisi benim blogumun adını vesairesini etkiledi diye düşünürseniz sadece böyle bir neden söyleyemem. Sonuçta burası benim zırvalıklarımın olduğu bir yer, bir nevi gezegenim. “Yağmur’un gezegeni” de bir o kadar basit duruyor. Arrakis de Paul’ün gezegeni olduğu için ve Paul’ü de biraz kendime benzettiğim için blogumun adını “Arrakis” koymaya karar verdim. Şimdiye kadar bu seriyi okumuş bir kişi bile tanımadım ama tanımayı çok isterdim.

Blogun sağ tarafındaki 3 pasaj da bu kitaptan alıntıdır zaten. Bu ilk kitabın arkasından:
“Biz Caladanlıyız; orası insan türü için cennet gibi bir dünyaydı. Caladan’da fiziksel ya da zihinsel bir cennet inşa etmeye hiç gerek yoktu; dört bir yanımızda gerçekliğini görebiliyorduk. Ve ödediğimiz bedel insanların yaşamlarında bir cennete sahip olmak için her zaman ödedikleri bedeldi; yumuşadık ve üstünlüğümüzü kaybettik.”

2-Hayat felsefeni belirleyen söz?

Çok mu kazık oldu? Diye sormak istiyordum ama bu soru benim mimimde vardı ama ben insanlara birden fazla madde seçeneği sunmuştum. Yine iyiyim kahretmesin. Neyse “söz” dediği için ben de o bağlamda bir cevap vereceğim. Hayat felsefem şöyle bir şey mesela...

“Biz şarapsız ve kadehsiz olmaktan memnunuz.
Bizim için iyi de kötü de deseler biz memnunuz.
Bize ‘sizin sonunuz yok’ diyorlar,
Biz sonsuz olmaktan memnunuz.”
-Mevlana

3-Kendimle ilgili 3’ü doğru 4 şey…

Bu sorunun mantığını anlamadım sanırım, üçü doğru biri yanlış mı olacak yoksa dördüncüsünün doğruluğu muallâkta mı olacak? Ben üçü doğru üç şey yazsam? Tamam tamam. 

-Hikâye yazarken yazan kişi ben değilim. Nasılı biraz karışık, el benim de...
-Son zamanlarda kitap okumakla ilgili kafayı sıyırdım.
-Biri sorduğunda gelecekle ilgili pek çok planım var ama aslında hiçbirinin gerçekleşeceğine inancım yok. Büyük hayallerim olmamasına rağmen böyle hissediyorum.
-Rüya görmeye bayılırım.

Bu da gelecekteki odam mesela...


Evet, şimdi diğer mimdeyiz gençler.

1-İlk anılarınız neler? Hangi yaşa kadar inebiliyorsunuz?

Uzun zaman ilk anımın dayımın düğününe ait olduğunu sanıyordum bu da 3-4 yaşlarıma ait bir anı. 2-3 yaşlarıma dair hatırladığım bir an da var ama o çok küçücük bir an ve ben emin değilim gerçekliğinden. Biraz karışık boş verin bunu. Yine 3 civarı yaşlardaydım, banyodan çıktıktan sonra annemle dayım resimlerimi çekmişlerdi ben de çok ağlamıştım bu yüzden.  Şekil 1.1.’de görüldüğü üzere pek çarpıcı değil ilk anılarım, kötü ya da güzel sorulsaydı daha sıra dışı olabilirdi belki ama şu durumda cık yani.

EDİT: Mimlemeyi unutmuşum ya, hala yapmamışlarsa Hanijuni, Keyaki ve Mitsuki'yi mimlemek istiyorum.


NSA ile birlikte bloglardaki okuma şenliklerine benzer bir şey yapalım dedik ve kendimize 8 kategori belirleyip, bunları okumak için 35 gün verdik.  Kategoriler şöyle oldu:

Daha önce okumadığın bir erkek yazar: Hakan Günday – Daha (“Az” da olabilir, belli olmaz.)
Daha önce okumadığın bir kadın yazar: Camille Noe Pagan – Gülümse Anılara (O seriden bir tane kitap okumaya karar verdik NSA ile birlikte, diğerlerinin kapakları rezil olduğu için ben bunu seçtim. Arkadya yayınlarından daha önce 22 Britanya Yolu ve Gölgelerin Ressamı’nı okumuşum. Şaşırdım, aynı yayınevi olduklarını bilmiyordum.)
Daha önce okumadığın bir klasik yazarı: Çiçero
Bir Türk Klasiği: Tanpınar – Saatleri Ayarlama Enstitüsü (Bunu okudum bile!)
Kitaplığında bakıştığınız bir kitap: En Etkin 100 (Bunu daha önce bölüm bölüm okumuştum ama tamamını okumamıştım.)
Bir tane best-seller: Elizabeth Gilbert – Ye, Dua Et, Sev (Ted’in stesinde bir konuşmasını dinledim ve çok hoşuma gitti, o yüzden meraka kapıldım.)
Le Monde’un listesinden bir kitap: Albert Camus - Yabancı
Nobel Ödüllü bir yazardan bir kitap: Gabriel Garcia Marquez - Kırmızı Pazartesi (Yüzyıllık Yalnızlık’ı okuyalı yıllar oluyor, onu da yeniden okumayı düşünüyorum.)

Sonraaa… Bugün YGS vardı lan, haydin geçmiş olsuuuuuun diyorum kocaman. Kötü geçmiş bile olsa umursamayın leydiler, daha önünüzde %70 etkili olan bir LYS var.

Twitter kapandı bildiğiniz üzere. İlk duyduğumda “Youtube’a bir şey olmasın da!” dedim. Dün NSA haber etti, Elijah Wood bile bununla ilgili tweet atmış. Benim twitterım yok ama neden kapatıldığını tahmin etmek zor değil, neyse siyasete girmeyelim de şimdi… Komik olan twitterın kapandığını twitterdan öğrenen insanlar var. Bir şey daha diyecektim unuttum ya…

Bir de bir belgesel izliyoruz ailecek, seri şeklinde, herkesin izlemesi gereken bir şey. The Century of Self/Ben Devri, günümüz toplumumum nasıl oluşturulduğu hakkında hazırlanmış. Pek çok şeyin arka yüzü nasılmış öğrenebilirsiniz. Eğer kitaptan başka herhangi bir alış-verişten hoşlanıyor olsaydım ya da topluma uyum sağlamak konusunda başarılı olsaydım bu belgeseli izledikten sonra tamamen değişmeye karar verirdim sanıyorum.  İzleyin…

Sonra, bir de acımızı paylaşayım, bizim okulun kedisi Osman -kız ama- siyah bir kedi tarafından... Siyah bir kedi tarafından... Namusumuzu iki paralık etmiş!!!

Tamam tamam, gidiyorum.

Cumartesi, Mart 15, 2014

Şubat'ta Okuduklarım


Şubatta okuduğum 14 kitabı da yazdım. Ama bu sefer daha da kısa tutmaya çalıştım. Mart ayında da bu sayıdan düşmezsem güzel olur ama sınavlarım var, bilemiyorum o yüzden.

Hipnozcu


Martı’yla bütün dünyaya adını duyuran Richard Bach’ın Martı kadar olmasa da ünlü kitaplarından biri Hipnozcu. Keşke bu kelimenin telaffuzu daha hoş bir karşılığı olsaymış diye düşündüm.  Ya da ne bileyim hypnotist kelimesi de dilimize hipnotist diye geçseymiş. Her neyse…

Richard Bach’ın eserlerinde göze çarpan şey uçmak konusudur ki bir pilot olan Bach’ın eserlerinde kendinden izler görmemek imkansızdır. Hipnozcu da yine bir pilot olan ama uçuş eğitmenliği yapan James Foster’ın hikayesini anlatmakta.

“İnsanlık tarihinin en çok okunan kitaplarından 'MARTI'nın yazarı RICHARD BACH'tan kışkırtıcı sorularla örülü, sarsıcı bir roman. Neden buradayız ve nereye gidiyoruz?
İnsanlığın gerçek doğası uzay ve zamanla mı çevrili?
Yoksa yanılsamalarla dolu bir dünyada mı yaşıyoruz?
Peki, bir gün bu yanılsamaları gerçeklik olarak kabul etmekten vazgeçersek ne olur?
Sınırlarınızı zorlayacak kadar cesur musunuz?
En karmaşık konuları bile kristal berraklığına taşıyan Richard Bach, Martı'dan yıllar sonra Hipnozcu'yla dehasını bir kez daha gösteriyor. Bilince, farkındalığa ve kendini tanımaya dair bu etkileyici romanda, kendi iç yolculuğunuza çıkacak ve serüvenin sonunda her düşüncenizin ve sözünüzün çok daha derin anlamı ve önemi olduğunu fark edeceksiniz.” 

Kitabı bir günde bitirdim ama zaten ince bir şeydi. Okurken varlık ve gerçeklik konusunda şüpheye düşen insanların kesinlikle okumaması gereken bir kitap olduğunu düşünüyordum. KAÇIN BU KİTAPTAN!!! Ama bitirdikten sonra okuyucu James Foster’ın vardığı sonuca inanırsa sorun olmayacaktır. Benim yapacağım türden bir finaldi ve iyiydi. Kitabı kesinlikle yarım bırakmayın ve gerçeklikle ilgili ciddi sıkıntılarınız varsa siz yine de okumayın. :D

Mihmandar


“Bir İskender Pala romanı”
Genelde filmlerde bunu yaparlar ya “bir blah blah filmi” bence bunu kitaplarda yapmak daha uygun. Öncelikle kitabın kapağından gireyim mi? Benim pek hoşuma gitti. Niyeyse böyle şeyleri seviyorum.
Kitaba gelince… Eyyub El Ensari’yi anlatmakta olan bir kitap, adı üstünden “Mihmandar” ama dahası var. Sık sık anlatıcı değişiyor, karakterden karaktere gidiyorsunuz. Altın Çekirge Hamit, ölümcül bir casus olarak yetiştirilmiş Genna, “Rum Ateşi”nin mucidi bilim adamı Kallinikos, manastıra kapatılan eşi Genna ve diğer kahramanlarıyla genişletilmiş, tek bir olayda, karakterde sınırlı kalmamış roman.



Cimri


Komik olacak biraz ama Moliere’den bahsediyoruz zaten, olsun bırakın da. Bu kitabı okuduğum diğer kitaptan sıkıldığım için araya sıkıştırıp okudum. Daha önce radyoda dinlemiştim çünkü o yüzden ikinci kez okumuş gibi hissettirdi, yine de Moliere’i seviyorum –ne de olsa benden sadece iki gün önce doğmuş- ve gülüyorum da. Hele finaldeki o imkânsız ötesi tesadüflere kahkahalarla… Yeşilçam yanında halt yemiş. Neyse, okumadığınızda bir şey kaybedeceğiniz bir kitap olmasa da tiyatro, komedi sevenler için ideal bir kitap.

Dönüşüm

Kafka’nın belki de en ünlü kitabı. Arkadaşıma okuması için tavsiye ederken elime aldım, oldukça ince de bir kitap olduğu için ikinci kez okuyuverdim. Ey gidi Gregor Samsa… diye düşündüm. İlk okuduğum zamanlar geldi. Hatta daha da önce Gregor Samsa adını ilk duyuşum, o zaman çok küçüktüm bir böceğe dönüşmek benim için bir şey ifade etmiyordu.

Her neyse, kitaptaki dönüşüm ve olaylar öylesine yorum açık ki kişiden kişiye değil, kişinin kendi içinde bile değişkenlik gösteriyor. Benim en sevdiğim yorumlardan biri “toplumun farklı olana yaptığı muamele”yi anlattığı düşüncesidir.

Kafka bastır bastıra demiş ki kapakta “böcek” olmasın, ki kitapta da direk olarak “insect” kelimesini kullanmamış. Yani Samsa bir böceğe dönüşüyor evet ama Kafka bunun somutlaştırılmasını istememiş. Anlaşılması gereken sadece dönüşümün getirdiği iğrenme duygusu. Yine de pek çok basımının üstünde bir adet böcek resmi bulunmakta. Antik Batı Klasikleri ya da Can yayınları dışında tabi…

Tarihi Değiştiren Kadınlar


Uzun zaman önce okuduklarımı ikinci kez okumaya son vermiştim ama bu ay biraz istisna oldu. Unutuyorum lanet olmasın unutuyorum!

Ayrıca yine geçen ay yazarı Ali Çimen’le de tanıştım ama elimde olan dört kitabı da evdeydi, imzalatmak için 5. Gerekti. :D Açıkçası kendisinden pek hoşlaşmadım, arkasından pek bir dalgasını geçtim falan ama okumaya devam edecek gibi görünüyorum.

Kitapta her şey güzel hoştu da iki kişinin sadece yer almasını doğru bulmadım. Biri Kanlı Kontes adıyla bilinen Elizabeth Bathory, diğeri de Ilse Koch. Bu iki kadının tarihi değiştirdiğini düşünmüyorum, çok fazla insanın kanına girdiklerini düşünürsek bunlar sadece dünya tarihinde bir lekedir. Onun dışında güzel bir kitaptı, bilgi edinmek için ideal...


Saklı Kitap


 Öncelikle itirafta bulunayım, sırf kadın İÜ Hukuk mezunu ve kitabın adı da farklı diye okudum. Kendisinin geçen sene yazmış olduğu son kitabı, birkaç kişiden de tavsiye gelince haydeee dedim. “Kadın Sultanlar” isimli kitabıyla tanıdım kendisini. Yayınevi de Timaş olunca tamamdır dedim.

Kitap 28 Şubat sürecinde savrulan bir genç kızı anlatıyor. Türk yazarlar konusunda biraz tutucuyum, edebi yazmaya çalışırken kasıyorlar gibi hissediyorum ve bu beni inanılmaz rahatsız ediyor. Bu kitapta da rahatsız olduğum şey buydu. Onun dışında kitapta belli bir zaman yok, geçmiş ve gelecek karışmış, bu ise beğendiğim özelliğiydi. Sondaki mektup da iyiydi. Yine de genel olarak kitap beklentimin altında kaldı. “Açılın ben yazacağım!” diye coştum, duygularım taştı. :D



Böyle Bir Sevmek


Günümüzde en ünlü şairlerden biri olan Atilla İlhan’ın bu kitabını arkadaşım hediye etti. Sevdiğim şiirlerini zaten defterime yazmıştım ama yine de bende bir kitabı olması iyi oldu. Üstelik son bölümde de 5-6 tane de Politika’da yazdığı yazılardan vardı, pek sevindim onları görünce. En sevdiğim şiirlerinden biri olan “İhtiyarlar Balladı” ile bitireyim.

“onlara ün mü gelir bazı bir ses mi duyarlar
yumuşak bir kedere ufalır bakışları
 
idam mahkûmlarıdır aslında ihtiyarlar
 
ölüme koşullanmış bütün davranışları
 
yorgun öksürükleri oturup kalkışları
 
yaşayıp durmaktan gizlice utanırlar
 
her gece artık gitmek vaktidir sanırlar
 
geçmiş günlerinden bir destek aranırlar
 
uysal bir gülümseme tek sızlanışları
 
idam mahkûmlarıdır aslında ihtiyarlar
 
ölüme koşullanmış bütün davranışları”


Veronika Ölmek İstiyor


Bu kısımda da “bir Paulo Coelho romanı” diyorum. Simyacı’yla popüler olsa da en sevdiğim kitabının o olduğunu söyleyemem. Bir de sanırım Güney Amerika’lı yazarlar hep bana çalışıyorlar. :D

Veronika genç, güzel ve akıllı bir kızdır ama hayatından memnun değildir. Bir gün intihar etmeye kalkışır, başarılı olamaz ve gözlerini bir akıl hastanesinde açar. Ancak günleri sayılıdır. Kitap bundan sonrasında hastanedekilerin düşüncelerini anlatır ve toplumsal yargılara değinir.

Finali tam da tahmin ettiğim gibi olmasına karşın harika bir eserdi. Ama her zaman dediğim gibi “finalin nasıl olacağını bilmenin bir önemi yoktur, önemli olan finale kadar giden yolun nasıl işlendiğidir.” Kesinlikle harika işlenmişti. Ah Coelho, neden bu kadar harika yazıp, beni depresyona sokuyorsun ki?



Karınca Huzura Varınca



Dursun Gülek’in Kültür Sohbetleri serisinden bir kitap. Bunu arkadaşımdan aldım, elinde görünce ilgimi çekmişti. Bir türlü bitirmediği için de başının etini yiyip durdum ama okuyunca anladım ki “hıı bitmiyormuş” dedim. Beş gün elimde süründü kitap, isyan ettim. Normalde hedefim aylık 8-10 kitap ve bunun için de bir kitabı en fazla 3 günde bitirmem gerek.

Kitabın o kadar sürünmesinin nedeni aslında bir bütünlüğe sahip olmayışı idi. Konudan konuya atlıyordu. Misalden mesele geçiyordu. Zihni dağınıklar için güzel aslında ama dağınık zihnini toparlamaya çalışanlar için biraz sinir bozucu. Yine de güzeldi, ediplerden, padişahlardan söz açtı.

Karaların ve denizlerin hakimi Kanuni Sultan Süleyman aynı zamanda "Muhibbi" mahlasını kullanan büyük bir şairdi. Önemsediği, fakat karıncaların bürüdüğü bir ağacı kesmek için Şeyhülislam Ebussuud Efendi'ye bir tezkire yazar ve konuyu sorar: 
“Ağacımı bürüyüptür karınca
 
Günahı var mıdır anı kesince”
 
Şeyhülislam aynı yolda cevap verir:
 
“Yarın Mahşer yerine (kim) varınca
 
Hakkını alır Süleyman'dan karınca
 “
Dursun Gürlek hazine dairelerine giriyor, saray bahçelerinden güller deriyor, geçmiş zaman güzelliklerini yansıtan bu tablolardan isteyen herkese veriyor. Ayrıca yorgunları ve dargınları Osmanlı çınarının altında dinlemeye çağırıyor.

Söz konusu kitap Çınaraltı Sohbetleri’ni de kütüphanede bulduk. Bir ara elden geçireceğiz artık.

Korku


Benim canımcığım Stefan’cığım, Zweig’cığım’ın kitabı olur kendisi. Diğerleri gibi uzun bir öykü aslında bu da. Eh çeviri de Behçet Necatigil’e ait olunca daha bir ilginç hale geliyor. Kapağı dokuluydu, o yüzden eline alan bırakmak istemedi. Zweig’ın her bir şeysini seviyorum, bu da yine çok iyiydi. Kahramanımız olan Irene’yle birlikte korku sizi de sarıyor. Finalde cidden şaşırttı beni, kendime gelemedim.

Korku, ünlü İtalyan yönetmen Rossellini'ye de esin kaynağı olmuş, Ingrid Bergman'ın başrolünde oynadığı aynı adlı filmle beyazperdeye uyarlanan küçük bir başyapıt. Behçet Necatigil'in kusursuz Türkçesi ile, Stefan Zweig'ın kaleminden bir solukta okuyacaksınız. Daha ilk sayfada doruğa çıkan gerilim, sürpriz finale dek irtifa kaybetmeksizin sürüyor.” 


Çanlar Kimin İçin Çalıyor


Pek çokları gibi benim de hayatıma “Yaşlı Adam ve Deniz” ile giren Ernest Hemingway’in hacimli bir eseri. Kitap İspanyol iç savaşını anlatıyor. Faşistlere karşı savaşan, aslında bir prof olan Robert Jordan patlayıcılar konusundaki bilgisi yüzünden bir köprüyü patlatmakla görevlendirilir. Kitap bu süre içindeki birkaç günü anlatıyor. 400 sayfadan fazla bekledim köprünün patlatılmasını da neyse. Dahası Robert Jordan burada bir kıza aşık olur.

Le Monde’un 100 yılın 100 kitabı listesinden bir kitap. (Ayrıca bu listedeki sadece 8 kitabı okumuş olmanın ezikliğini yaşıyorum gençler.) 1943 yapımı bir filmi de onu da izleyeceğim müsait bir zamanımda. Bunun dışında iki sene kadar önce Metallica dinlerken –o zaman daha çok dinlerdim- bu ismi duymuştum, For Whom The Bell Tolls kitabın bir bölümü üzerine yazılmış bir şarkıymış. Vay vay vay… Dahası kitabın adı da bir vaazdan alıntıymış.

"Ada değildir insan, bütün hiç değildir bir başına; anakaranın bir parçasıdır, bir damladır okyanusta; bir toprak tanesini alıp götürse deniz, küçülür Avrupa, sanki yiten bir burunmuş, dostlarının ya da senin bir yurtluğunmuş gibi, ölünce bir insan eksilirim ben, çünkü insanoğlunun bir parçasıyım; işte bundandır ki sorup durma çanların kimin için çaldığını; senin için çalıyor." -John Donne


Bağımlılık: Sanal veya Gerçek


Üç bölümden oluşan, bilim ışığında hazırlanmış bir kitap. İlk iki bölümü Prof.Dr.Nevzat Tarhan, üçüncü bölümü ise Uz.Dr.Serdar Nurmedov hazırlamış. Her türlü bağımlılık hakkında uzun uzun bilgi vermişler. Ben en çok ilk bölümü sevdim, iki ve üç çok da ilgimi çekmedi ne yazık ki. Halbuki ben kendimi uzun zaman önce bilgisayar bağımlısı ilan etmiştim ve böylece okumak çekici görünmüştü. Ama çok da etkilendiğimi söyleyemem. Yalnız internet değil bilgisayar bağımlısıyım ben. Bu ayrıntıya dikkat edelim lütfen. :D

Uzun zamandır Nevzat Tarhan Kitaplığı dizisine el atmayı düşünüyordum ve açılışı böyle yapmış oldum. Ama sanırım kendim almaktansa ablamınkileri yürüteceğim hehe. :D Bunu da zaten Çanlar Kimin İçin Çalıyor’la birlikte kütüphaneden aldım.


Yazar Olmak İstiyorum

ilk gördüğümde böyleydi...

“Ömer Sevinçgül geliyor” düşüncesiyle yıllar sonra ikinci kez okunmuş bir kitap. Okuduklarımı unuttuğum için yenilerini okuyamıyorum Allah’ım ya… Neyse, bu kitabın yazılma hikayesini anlatmıştım, yine anlatayım. Sevinçgül yazar olmaya karar verdiği sıralarda kendine rehber olacak bir kitap aramış taramış bulamamış. Çok sinirlenmiş ve söz vermiş yazar olursa böyle bir kitap yazacağına. Böylece bu kitap ortaya çıkmış. İki alıntımla bitirmek istiyorum, bunlar dikkate almam gerektiğini düşündüğüm iki şey:

“İlkin muhatap sorunu çıkar karşına. Bir tercih yapmak zorundasındır. Yukarı doğru çıktıkça azalan bir okur piramidi vardır önünde, sen hangi katmanı seçeceksin?”

“Usta yazar okuyucuyu bir fikir bombardımanıyla sersemletmez. Bilir ki böyle bir yazı kurudur, muhatabı sıkar. Bu yüzden duygulara yer verir. Kalbin en ince tellerine dokunmakta maharet sahibidir.”

Sana Yeni Bir Dünya Gerek


Yine bir Ömer Sevinçgül kitabı. Aynı Seni Seven Biri Var, Seni Sana Bırakmazdım gibi bir kız ve bir erkek kahramanımızın maillerinden oluşuyor kitap. “Kahraman” diyorum, bu kitapta onu belirtmiş Sevinçgül. Erkek olan şikayet ediyor “Bazıları beni bu kitabın yazarı sanıyor halbuki ikimiz de onun kahramanlarıyız. Benim kendi duygularım, düşüncelerim olamaz mı?” diye.

Bol bol “Ölüm” hakkında konuştukları bir kitap olmuş. Bir de bir yerde 5-6 tane kitap adı verdi, not almıştım ama kaybettim. Aklımda sadece bir tanesi kaldı, Miguel de Unamuno’nun Yaman Adam’ı…

Her neyse sevgili gençler, bu yazıdan bu kadar.
Görüşmek üzere...