Pazartesi, Ağustos 31, 2015

İki Buçuk Yıl Sonraki Ben

Sol baştan: Ben, Yine Ben,Paul, Muad-Dib ve Paul Muad-Dib
Blogumu açalı da iki buçuk yıl oldu ama asıl mesele bu değil, 7 Ocak 2013'te gelecekteki kendime -yani şuanki bene- mektup yazmışım. Tam da geçen gün buna rastlayınca şok oldum, zaman nasıl da hızlı geçmiş ve ben ne çok değişmişim... 

Not: Italik kısımlar mektuptan, parantez içleri ise şimdiki düşüncelerim.

Bugün 7 Ocak 2013… Evet yanlış okumadınız 2013… Bu yazıyı şimdi yazıyorum, aslında bundan 2,5 yıl sonra okunması için. Belki daha fazla olmuştur, kim bilir? Yani bunu okuduğunuzda 2015’in Ağustos ayı falan olması muhtemel… (Bingo! Tam olarak öyle.)

Sadece bazı şeyler düşünüyorum ve bu düşüncelerim ne kadar değişecek merak ediyorum. (Bazıları çok değişmiş, bazıları aynı.)


“Ruhum ben istemesem bile yularından kurtulup kaçan at gibi kendini daha fazla yoruyor. Kafam durup dinlenmeden, hiçbir sıra, hiçbir ortak özellik göstermeden öyle garip fikirler, öyle saçma sapan hayaller kuruyor ki, ileride bunların anlamsızlığını ve tuhaflığını görüp, kendinden utansın diye kaydetmeye başladım.”

-Montaigne, Denemeler- 

(Bu söz hala beni anlatmakta.)


Şu an sadece 16 yaşındayım. Geleceğimde ne olduğunu dair en ufak bir fikrim yok. Sürekli başka şeylere karar verip duruyorum. Sanırım geçirdiğim bütün bu zaman içinde her mesleği olmaya karar verdim. Ama biliyorum ki sadece bir tanesini olabilirim.


(Bu birçok şey olma arzum hala devam etmekte, o yüzden üniversite tercihini bile kura çekerek yaptım. Gerçekten de düşünmediğim meslek kalmadı sanırım.)


Trabzon’daki fen liselerinin tamamını kazanmama rağmen sırf özel okul diye Anadolu lisesine gittim. –Ailem istedi- (İsyan ediyorum arkadaş, Anadolu lisesinde okuyorum ama fen lisesiyle ders saatlerimiz ve sınavlarımız aynı. Bu ne menem iştir?) İlk başta feci derecede nefret ediyordum okuldan ama sonra değerini anladım. Harika insanlar tanıdım. –Kurtarıcı meleğimi burada tanıdım, daha ne olsun?- 


(Burada tabi tembellikten öldüğüm için isyan etmişim derslere. Okulumu hala seviyorum ama bakın cidden. Türkan Şoray'ın 'melek sanmıştım şeytanı' diye bir filmi vardı şuan o kafadayım. Kurtarmaktan ziyade batırmak kelimesini kullansam daha isabet olacakmış haha)

Geleceğimi düşünerek mantıklı bir karar vermek istiyorum. Tıp okumak istemediğimden eminim. Üniversite sınavına kadar ayrı bir stres, TUS’a kadar ayrı bir stres… Bunu istemediğimi biliyorum. Ayrıca müzikle ilgilenmek istediğimi de biliyorum. Keman çalıyorum ve üniversite okurken keman dersi vererek kendi paramı kazanmak istiyorum. Bunu yapmak için de rahat bir bölüm okumak gerek elbette. Ama bilime olan ilgimden vazgeçebilir miyim?


(Profesyonel olarak ilgilenmekten vazgeçtim. Kendi çapımda mutluyum ben, strese giremem. Ya üniversite okurken başımı kaşıyacak zaman bulabilecek miyim acaba? Ayrıca bursum var ne çalışacağım be peh peh askjdhsfjadl)


Anladığınız üzere çok fazla şeyi bir arada yapmak istiyorum ama bu mümkün değil. Biraz ondan, biraz bundan derken bir de bakıyorum hepsi yarım kalmış. Ben ne yapmak istiyorum? Önce bunu anlamam gerektiğini düşündüm.


Öncelikle “Ben büyük adam olucam.” Şeklinde bir derdim bulunmamakta. Evet, zamanında herkes gibi gelecekte önemli bir şeyler yapmanın hayalini kurdum bende. –Önce ciddi bir buluş yapmak en önemli hedefimdi, sonra askeri doktor olup orduya katılmak istedim vb. birçok şey işte-


(Hele loy loy loy loy)


Ama artık “Ley ley ley…” modundayım. Dünyayı değiştiremeyeceğimi biliyorum gayet de. Sanırım ben sadece sıradan –ama aşırı böyle, zirve noktası sıradanlığın- bir insan olmak istiyorum. Kendi kendime küçük ve basit bir dünyada yaşamak istiyorum. 


(Hala istediğim şey bu.)


Bu yüzden… Psikoloji okumak istiyorum. Bana uygun olduğunu düşünüyorum. Nedendir bilinmez herkes beni Güzin abla belleyip (Hayır, sen değil Guzzi :D) ne var ne yok döküyor. Yaşlı başlı insanların dert ortağı oldum yahu. –Tabi bunda huzurevinin yollarını aşındırmamın da etkisi yok değil- Ve yapmak istediğim bir iş. Öyle para kazanayım falan derdim de yok. Alacağım kitaplara ve faturalara yetse ala. –Zaten gelecekte kurulacak bir pastane için garson, bir dönerci dükkânı için de kasa görevlisi olarak iş bulmuş bulunmaktayım. Hiç olmadı o işleri yaparım.- 


(dıt dıt dıt dıt dıt... Aradığınız numaraya şuanda ulaşılamamakta...
Ya Guzzi varmış o zaman ya, o kadar eski... Ben kim psikoloji kim? Karşı aktarım dibini yapıyorum ben, sen ne diyırsın kardaş?)

Aileme gelince, babam “ne istersen o” der her zaman. Ablam da kendi işine yardımcı olmam için Nörolog yapmak istiyor beni. Annemse “ne istersem o” olmama karar verdi. Her gün gelip başka bir şey söylüyorum zaten. Ama hepsine olur diyor, bu yüzden teşekkür ederim sana anne. 

“İstediğini okuyabilirsin, istersen en kolay bölümü seçebilirsin.”

(Valla tam olarak öyle yaptım anne ahhahaha)


Bana hiçbir şekilde baskı kurmadığın için teşekkür ederim. Arada “Sana mimar sinan’da sanat okutalım.” Şeklinde teklifler sunduğun için…  Ben tembellik yapıp duruyorum, sonra sınav zamanı eteklerim tutuşuyor. Bu zamanlarda anlayış gösterdiğin için teşekkür ederim. Ben olsam bunu beceremezdim “Sınav akşamı aklın başına gelirse böyle olur. Şimdi al üçü dördü otur aşağı.” Derdim. Bunu demek yerine “çalıştığın kadarıyla…” dediğin için minnettarım ama gerginliğim azaltmıyor bu maalesef. Tam tersi, vicdan azabı duyabiliyorum. Ama bilen biliyor şimdi, her zaman fazlasıyla tembel biri olmuşumdur.


Bunu okuduğumda büyük ihtimalle bir üniversite kazanmış olacağım. Ne okuyacağımı merak ediyorum. Bunu okuduğumda ne düşüneceğimi merak ediyorum. Ama o gün geldiğinde “Ne kadar hızlı geçti zaman…” demeyeceğimden eminim. Çünkü birçok insanın aksine zamanın oldukça yavaş geçtiğini düşünüyorum.


(DAAAAAAAAAAAAAT! İnsan kendinden emin olmaya görsün, ne kadar da hızlı geçmiş zaman... Ben bunu yazdığımı çok net hatırlıyorum, bu sabah gibi.)


Ayrıca hayatın sadece okulla bitmediğini de biliyorum. Bu yüzden sadece nasıl mutlu olabilirim? Sorusuna cevap arıyorum. Şimdilik kendime verdiğim cevap bu. Ve uzun süre düşüncemin değişmeyeceğini sanıyorum. Çünkü uzun zamandır bunu düşünüyorum ve yapabildiğim ilk anda asosyalliğin dibine vurmak istiyorum. Yalnız kalmayı gerçekten seviyorum. –Kabul, ciddi anlamda şizofrene bağlıyorum ama ne yaparsın? Anahtar kelimeler: Kusur, kadı, kız-


(Ben mutluyum ki zaten ne sorusu ne cevabı?)


Öyle işte benim hayalim de bu… Sıradan bir insan olmak… Küçük bir dünyada yaşamak. Elimden geldiğince çevremdekilere yardımcı olmak ama fazla da etliye sütlüye karışmamak...Bu yüzden bunu yapabileceğim bir okul ve iş hayatı istiyorum. Çok çalışmak bana göre değil. Çok istersen de çok çalışman gerekiyor. Öyleyse istemem ve mutlu olabilirim. İstememek çok da zor değil bence. İnsan ne kadar alırsa o kadar fazlasını ister. İstemekten hiçbir şekilde vazgeçmez. Ne kadar az, o kadar haz mantığındayım ben. Her insan gibi benim de içimde küçük bir kainat bulunduğu biliyor ve hepsinden önce orayı keşfetmek istiyorum.


(Absolutely...)


2,5 yıl sonraki “ben”e saygılarımla… Ne yapıyorsun? Orada hayat nasıl? Mezuniyete kadar aynı okulda kalabildim mi? Mezun olurken geçen sene okul bahçesine gömdüğümüz saçlarımızı hatırladık mı? Herkes çok ağladı mı? Yıllıklarımızda neler yazıyor? Tahmin edebiliyorum… “Selam sister, beni tanıdın mı? Ben Sümeyra... Hani şu sevimli, şeker, tatlı, güzel, eğlenceli, komik, çekik gözlü karın…” Fatmanur hocanın çocuğu kız mı oldu erkek mi? Ahmet hoca hala okulda mı? Nedim hoca hala öğretmenlik yapıyor mu? Sevgi hoca hala koridorlarda kızların saçlarını mı topluyor? NH hala “Anlamadım.” Deyip duruyor mu her konu için? 


Ablam evlendi mi?  Ya meleğim? Meleğim nasıl? Gülüyor mu yine 7/24? Aynı okula gidecek misiniz? Karavan hayaline ne oldu? Hala kitap yazamadın mı? Blog ne durumda? Şu an ben bakıyorum da en son 8 gün önce yazmışım ve 3 izleyici var. Nypmhe ve Guzzi ne yapıyor? En son Zion T, Beenzino muhabbeti geçiyordu. Bir nevi Amoeba… Ve ben Primary deyip duruyorum. O zaman hala dilimde Primary var mı? Kore’ye dair bir şey var mı peki? 


Lee Jong Suk ne yapıyor? Öngördüğüm gibi çok ünlü oldu değil mi? Şöhreti kaldırabildi mi? O değil de albüm yaptı mı be? TVXQ ve JYJ birleşmedi değil mi? Araları ne durumda peki? Leeteuk askerden dönmüş olmalı… Şimdi Yesung mu askerde? Ya Yunho? Belki o da gitmiş olabilir. EXO’nun kız versiyonu çıktı mı? Taeyang saç modeliyle birlikte vokal tarzını değiştirdi mi? Block B şu aralar sallantıda, şirketine dava açtı. Peki, senin zamanında nasıl? Bölünmediğini söyle bana… Ya Jino? Umarım çıkış yapmıştır artık, bir zahmet yani… Taemin hala kız muamelesi görüyor mu? Kaç bin debut daha oldu?


Neyse bunları o zaman konuşuruz Ben, şimdilik güle güle…


(Hepsine cevap vermem lazım mı? Tamam başlıyorum:

Ne yapayım ya kitap müzik film yazılar, aynı her şey, geçinip gidiyoruz. Hayat güzel ve inanması zor ama evet, aynı okulda kalabildim. Saçları hatırladık da sonra ne yaptık bilmiyorum. En çok Somaliler sahneye çıktığında ağladım ben valla. Yıllığımda yazanlar... Ahahahha bu konuya girmeyeyim. Oğlu oldu galiba. Yok be gitti çoktan. Tayini çıktı onun da. O aynı, her zamanki gibi. Diyordur bence, bilmiyorum ki son iki senemi başka sınıflarda geçirdim.

Evlendi evet hayırlı olsun, o zaman evlenmek üzere değil miydi zaten ne soruyorsun bilmiyormuş gibi hıyar. Ne melekmiş arkadaş, aman bırt. Kitap yazamadım tabi, sanki yazacak zamanım var, saçma saçma konuşuyorsun. Blog iyi ya, takılıyoruz. Şuan 195 izleyici var ashghsdghj Nymphe yok, Guzzi gideli ohooo acayip uzun zaman oldu. Hala Primary dilimde tabi, bir kaç hafta önce yeni albüm çıkardı. Ben bu adama karşı niye böyleyim ya?

Aynen öyle dostum ya, feci ünlü oldu ama anlatamam. Albüm falan yapmadı tabi o ses ve müzik kulağıyla... Diyeceksin Lee Minho? Boş ver diyeceğim bende. Birleşmedi tabi, sanki olma ihtimali olan bir şey de... Teuk askerden döneli ohooo, Yesung da döndü. Ve eveğğğtt Yunho gitti, ondan önce Jaejoong gitti. Geçen gün de Yoochun gitti. Ben hala idrak edemiyorum bu durumu orası ayrı. Nasıl yani ya? Nasıl askerdeler? Olur mu öyle şey, daha çocuk onlar...

EXO'nun kız versiyonu değil ama Red Velvet çıktı, eğer sormaya çalıştığın şey buysa. Taeyang'ın saçı mı ahahah değişti değişti, vokal tarzını değişmedi pek ama. Onu bunu bırak Bigbang comeback yaptı oğluuum. Block B de çok sıkıntı çekti ama dağılmaktan kurtuldu çok şükür. İyiler şimdi, yeni albüm 2016'da gelecekmiş. Solo alt grup falan filan oldu bu sene. Yok be Jino hala yok. Çıkış yapmayı bırak adını duyan yüzünü gören yok. SM'in yeni erkek grubu var şimdi daha çıkış yapmadılar ama onlar arasında da değil. Kayıplara karıştı yemin ediyorum. Taemin mi? Yok lan çok pis erkek oldu inanamazsın. Harbiden bir kaç bin olabilir yani, ne sen sor ne ben söyleyeyim... Bitti mi sorular? Çok şükür.)

Perşembe, Ağustos 27, 2015

Yepisyeni Bir Primary Albümü: -2-


Üç yıl sonra yeniden bir ful albümle buluşmuş olmanın heyecanı tabi ki bambaşka. Ama tabi sene başında gelen Lucky U albümünden beri her zaman yaptığı gibi teklileri birer ikişer yayınladığından çok da şaşırtıcı olmadı. Yayınlanalı bayağı bir olduğu için heyecanım bayağı geçti ama uzun bir süre kulaklığımdan ayrılamadım. 

See You: Bu şarkıya sesine ve şarkılarına bayıldığım Kim Bum Soo ve Primary'nin kadim dostu Gaeko eşlik ediyor. İlk yayınlanan teklide yer almıştı. Tatlı bir aşk şarkısı ama tabi ki onu özel kılan sözleri değil, müziği. Ve klasik bir Primary klibi elbette.



Mannequin: İkinci partta yer alan şarkımıza eski P'Skool üyesi Beenzino ve yeni bir isim olan Suran eşlik ediyor. Kendisi anladığım kadarıyla aslında üniversitede bilgisayar bilimi(?) okumuşmuş ama yirmilerinin başında şarkı söylemek istiyormuş bu yüzden şimdi bunu yapmaya karar vermiş. 

Şarkıya gelecek olursak her şeyi çok harika, Kore toplumunda dış görünüşün ne kadar abartıldığını biliyorsunuz, bunu eleştiren bir şarkı bir nevi. Örnek vermek gerekirse estetiğin aşırı yaygın olması, netizenbuzzda şöyle yorumlar görürsünüz "herkes aynı görünüyor" "Gangnam'daki kadınların yüzü gibi" Yanı sıra giyim olarak da Kore trendlere fazla düşkün.

Mannequin zaten cansız mankenlerin orijinal adı ve bu kelimeyle "money queen" arasındaki telaffuz oyunu da çok hoş, bunu da söyleyelim. Klibine de ayrıca bayıldım, Primary Botique mi? Nerede çalışacağımı buldum galiba.

"Çok fazla manken gibisin
Buluştuğumuzda iki dakikada iki bin dolar harcatıyorsun
Beş parasızım ama sevgilim bununla iyiyim
Seni memnun etmenin tek yolu bu
Param ve şöhretim, senin istediğin şey
Seni istediğim için seni meşhur ediyorum
Başım belada ama sevgilim bununla iyiyim
Yüzünden ve vücudundan memnunum

Vitrinlerdeki mankenlere benziyorsun pahalı yeni giysilerinle
Paranın kraliçesi... ama neden kokusu olmayan çiçekler gibisin?
Fazla trendsin, iyi giyimli bir manken, üstelik ikimiz de
Neden aynı bütün rujlar? Çok ironik"



Rubber/Lover: Bu şarkıya da son günlerin trend bandi Hyukoh'dan Oh Hyuk eşlik ediyor. (hihaho) Lucky You albümünden sonra bir collab daha yapmaları çok sevindirici ama bu şarkıyı muhtemelen o zaman kaydetmişlerdi. Zaten Primary de o şarkıların bu albüm için biraz uygun olmadığını düşündüğü için collab albümü yapmışlar. Sıkıntılı bir ilişkiyi anlatıyor. 

"Bilmiyorum artık, sevgili? O kim ki zaten?
Beni bu etikete uydurmaya çalışmayı bırak

Gittiğimiz her yerde sohbet edip gülüyoruz
Ama sen asla tatmin olmuyorsun benimle artık

Gittiğim her yerde devam etmeye çalışıyoruz
Ama iletişim kuramıyoruz, biliyorum, geçinemiyoruz

Ahaha çok farklı çok farklı bir kere daha
Neden böyle yapıyorsun? Yapmayacağını söylemiştin
Buna devam mı ediyorsun? Eğer sen bilmiyorsan ben de bilmiyorum
Bak şimdi, manyakça konuşuyorsun"

Paranoid/Paranoia: Buram buram Special Affair Team TEN (Jinsil - Breath) havası yayılıyor şarkıdan. Üçüncü sezonun OST'si de bu olsun. K-indie'nin tanınmış isimlerinden Sunwoo Jung Ah ve yine Gaeko'yu görüyoruz bu şarkıda. Jung Ah'ın dehşet bir sesi olduğunu söylemem bilmem gerek var mı? Bu şarkıda insan çok pis kendinden geçiyor, 

"Bana baktı gözlerin, açık kahverengiydiler, bir kere bile kırpmadın
Bulanık gözlerin endişeliydi, rüyalarımı kapladın, kimsin sen?

Kan tek bir yöne sıçradı, Pollock'ın* fırçası gibi geçip gitti
Hiçbir direniş belirtisi yok
Sanki uzun zaman önce gizlice planlanmıştı
Öfke mükemmel bir şekilde kontrol edildi, bu bir tesadüf değil
Yeterli düzen yok, yapboz iyi oluşturulmamış
Suçlunun iki keskin gözü çok kızgın görünüyor
Ama tek bir an telaşa kapılmadı
Onun yöntemi sakin ve rasyonel olmak
Sahip olduğu biraz cesaret, en büyük savunması 
Birer birer yok ediyor herkesi
Paranoyak kurbanın kahverengi gözleri var, sıradaki kim?
Görüntünün her köşesinde yağmur onları kovalıyor"

*Jackson Pollock: Yere serdiği devasa boyutlardaki tuval bezleri üzerinde hareket ederek boyayı dökme, damlatma, fırlatma suretiyle sonradan aksiyon/hareket resmi adı verilen resimler yapan, soyut dışavurumcu ressam.

Don't Be Shy: AOA'in ana vokali ChoA ve Iron eşlik ediyor bu şarkıya. Şarkının adı konusunu çok iyi özetliyor. Iron bu şarkıya o kadar uymuş ki Primary onu düşünerek mi yazmış merak ettim. Klibi de çok iyiydi şarkı gibi, eğer kült MV diye bir şey varsa budur. Pokemon kartları görünce kopmadım değil.  Biraz da korku filmi gibiydi hahah.



Just Like U: Ya bu adamın aklında Jessi ve Yankie uyumu nasıl geçmiş? İlk dinlediğim günden beri dilime takıldı. Son zamanlarda çok kullanılan "senden sadece hoşlanıyorum ama sana aşık değilim" söylemini tiye alan bir şarkı. Uzun zamndır gördüğüm en ekstrem klipti ayrıca.



Tonight: Yine önceden yayınlananlardan. Bu şarkı için neden Jungigo'yu seçtiğini anlamadım, bence Zion T çok harika olurdu. Bir adamın kendiyle ilgilenmesini anlatıyor diyelim. Tamamen "ben" üzerine kurulu bir şarkı ama egoistçe değil, yanlış anlaşılmasın. Neyse ben gidip bir Sponsor dinleyeyim.

Gerçi bu noktada söylemme gereken bir şey var, Primary'nin bu albümde amaçladığı şeylerden biri tanınmış kimselere yepyeni bir yan, farklı renkler vermekti. Ve genele baktığımda bunu başarmış olduğunu düşünüyorum. O yüzden şimdi Jungigo'ya Jungigo'luk bir şarkı vermemiş olmasını anlayabiliyorum.

Did My Nails/Hello: Bunca zamandır Lena Park dinlerim, hiç böyle bir tarzı olabileceğini düşünmemiştim. Ama o kadar muhteşem olmuş ki şok oldum. Bu şarkının konusunu bence çoğu kız iyi anlayacaktır, özellikle Koreliler. Can sıkıntısından patlayan bir kızın tırnaklarını yapmasını anlatıyor. Benim uzaktan yakından alakam olmayan bir olay ama şarkı çok güzel olduğundan "dudddutdut ooooh nail hesso" deyip durdum. MV, Lim Kim'in son kliplerine benziyordu. Patronla çalışanın konuşması da çok hoştu, acayip güldüm.



Mileage: Bence biz Primary ile ruh eşi falanız, sadece o bunu bilmiyor. Mamamoo'dan favori üyem Hwasa ile Paloalto eşlik ediyor. Şehirden kurtulup uzaklarda bir yere tatile gitmek isteyenlerin hikayesi. Benim bile gidesim geldi.

She's: Jung In'i gördüğüm an benim için her şey tamamdır. Bu sefer Dynamic Duo'nun diğer üyesi Choiza ve Rhythm Power'dan Gegooin ile Hangzoo'yu görüyoruz. Eski sevgilisini özleyenlerin hikayesi, çok hoş kelime oyunları var.

Goldfinger: Bu şarkıda yine Suran'ı görüyoruz. Günlerce beni "I love my self, I am the queen" diye gezdiren bir şarkı. Bu kısmından anlaşıldığı üzere "süperim harikayım herkes beni izliyor" konseptli bir şarkı. Suran vokaline aşık olduğumu söylemem abartı olmaz herhalde. Zion T ile bir düet yapsınlar çok istiyorum.

U: Rapmoğğğğ dediğim günlerde bu şarkı çıkınca bir kere daha anladım ki Primary bana çalışıyor. K-pop Star 3'ten Kwon Jinah da çok iyi tabi ki. Bu da dilime takılan bir başka şarkı. Bir tür itiraf, "evet, evet o sensin" diyor. Rapmo'nun kısmı ise şöyle:

"Altını çizeceğim çünkü önemlisin sen
Adını 'ölüm mesajım' yapacağım
Ben öyle romantik şeyler söylemem
Çok düşündüm bunun hakkında 
Ama daha önce hiç kontrol edilmemiştim
Günlük hayatımda bana eşlik ediyorsun
Bu benim solo albümüm
Neden bütün parçalara müdahele edip duruyorsun?
Scratching* yapmaya devam ediyorsun, rap yapıyorsun
Büyün hayatımı titretiyorsun
Aşkımı itiraf etmek mi? Bilmiyorum
Yalnız başıma uzandığımda yatağım büyüyor
Etrafta ne kadar dolandığım fark etmiyor, yalnızlık bu
Çünkü senin dudakların ve bacakların ve her şeyin iyi
Benimle iyi görünüyorsun, her şeyin benim olsun istiyorum
Kahretsin, ben genelde böyle biri değilimdir
Ama senin labirentinde bir aptala dönüşüyorum
Kaybolup duruyorum ama nasıl olsa istikametim sana ayarlanmış
Sen beni  varış noktam, kaderim ve tarifimsin"

*Scratching: Bu DJ'lerin cucuv cucuv yapmaları var ya, işte o.

Böylece bir Primary albümünün daha sonuna geldik. Yine o kadar güzeldi ki favori bile seçemiyorum. Umuyorum ki bir dahaki için üç yıl beklememiz gerekmez ve tabi ki bundan daha büyük umudum başka bir intihal skandalı olmaması yönünde.


Bu hıyaroloviç de bir artistlendi, kutuyu çıkarmalar falan..
oluuum kutulu daha yakışıklısın biliyorsun, seni çirkin seniii
damn!!! her halini seviyorum -.-

Cuma, Ağustos 14, 2015

"yine japon filmi mi izliyorsun?" #6

Filmler biriktikçe birikiyor ama Paul bir türlü üşengeçliğinden kurtulamıyor efenim. 



Confessions / 2010

İlk başta yine mi okul ve çocuklar pfffft diye göz ucuyla izlemeye başlasam da hakkını vermek lazım, çok sıkı filmdi. Bir yerden sonra kendimi ağzım açık izlerken buldum. Zaten IMDB puanının 7.9 oluşundan pay çıkarmanız lazım. Film Kanae Minato'nun aynı isimli kitabından uyarlanmış. Tetsuya Nakashima'nın beyaz perdeye aktardığı film ise 83.Akademi Ödülleri'nde "Yabancı Dildeki En İyi Film" ödülünü almış. Toplamdaysa 14 ödül almış. 

Film ortaokul öğretmeni olan Bayan Moriguchi'nin (Takako Matsu) itirafıyla başlar. Derste ayağı kayıp havuza düşüp boğulan kızından bahseder ve bunun bir kaza olmadığını, sınıftaki iki öğrencinin bunu yaptığını söyler. Onları A ve B olarak isimlendirip bütün olayları anlatır ve onların içtikleri süte HIV virüsü (AIDS) enjekte ettiğini söyler ve yaklaşık on yılları kaldığını. Sonra birer birer diğer karakterlerin itirafları gelir. Sınıf başkanı, öğrenci B ve öğrenci A... A demişken, bu filmden sonra biri "just kidding" deyince öfkelenmeye başladım, nedenini izleyince anlarsınız. (Bu arada Masaki Okada dünyadan habersiz öğretmen Werther'i oynuyor. Bayağı komik olmuş.)


Kurgusu gerçekten çok iyiydi, tabi bazı noktalarda çocuklar bu kadar canavarlaşabilir mi diye sorguluyor insan. Pek çok dizi ve filmde "İnsanlar doğuştan mı canavardır, yoksa büyüdükçe mi canavarlaşırlar?" konusu işleniyor, özellikle Koreliler bu konuya fena halde takmış durumda. Bununla birlikte bunun işlendiği yapımların çoğu kaliteli oluyor. Ama en iyisi White Christmas şüphesiz çünkü direk bu sorunun üzerinden yürüyor dizi. Neyse, filmden koptuk, gerçekten iyi filmdi. OST'si de çok dehşetti, kullandıkları sahnelere göre çok çarpıcı oldular.  Film hakkında daha ayrıntılı bir yazı isteyenler şunu tavsiye edeceğim.

“Huzurun olmalı biraz ve seni güçlü kılacak kadar acın. Biraz garip ama; bazen kimseye aldanmayacak kadar taş kalpli olmalısın."



Sugar and Spice / 2006

Buna da yine "liselilerin aşkı mı?! nöğğğğ" diye başlasam da hiç de öyle sıkıcı bir aşk filmi değildi. Gayet hoş ve gerçekçiydi. Üstelik 7.dakikadan sonra lise mise de kalmadı, mezun oluverdiler. 

Başrolümüz Shiro (Yuya Yagira) 17 yaşında bir gençtir ve hiç aşık olmamıştır. Liseden mezun olduktan sonra ise kendini üniversiteye hiç de hazır hissetmiyordur. (Kime benziyor acabası?) Bu yüzden ihtiyacı olmamasına rağmen bir benzincide çalışmaya başlar. Eh ailesi beklendiği üzere istemez ancak filmin benim için gerçek yıldızı olan büyükanne Fujiko, pardon büyükanne mi dedim? Grandma olacaktı. Evet yetmişlik grandma olaya el atınca ebeveyni de kabul eder. Ama bu kadın bir harika dostum! Mari Natsuki yaşına rağmen o kadar güzeldi ki genç sevgilisinin niye onunla olduğuna şaşmamak gerek.



Gas station'da çalışmaya -benzinci yani- başlayan Fujiro ilk aşkıyla burada tanışacak, ilk aşk acısını da burada tadacaktır. Genel olarak sakin bir atmosferde ilerleyen film tam bana göreydi. Sonra mekanlar çok hoştu, benzincinde çalışasım geldi o kadar. Ama tabi ki Grandma'nın barını tek geçiyorum, en hoş şey oydu. Ve tabi ki OST'leri... Uzun zamandır Oasis dinlememiştim, duygulandım. 





Birthright / 2010

Filmi beğendim mi beğenmedim mi bilmiyorum. Emin olduğum tek şey içimi daralttığı. 

Korku filmi olarak geçiyor ama korkunç hiçbir şey yoktu. Olay şu, kızımız Mika zamanında annesi tarafından terk edilmiş, çöpe atılmış hatta. Kızı yetimhanede büyümüş ve annesini bulmuş. Günlerce annesinin evini izliyor. Bir kocası ve bir kızı var, mutlu bir aile tablosu. Sonra Mika üvey kardeşini kaçırıyor.

Film boyunca yalnızca bir kaç cümle işitiyorsunuz. 2011'de birçok önemli film festivalinde gösterilmiş ama IMDB puanı 5.7 ve benim de öyle çok tavsiye edeceğim bir film değil. Sonu çok çarpıcıydı gerçi, onu inkar edemem. Aslında bir yandan da bayağı iyi bir film de olabilir.



Snow Prince / 2009

O kadar hoş bir filmdi ki keşke ailemle izleseydim dedim. Film torununu evde bulan büyükanne ile başlıyor. Evde yokken bir paket gelmiş, uzun bir hikaye... Geçmişe dönülüyor, yıl 1938(?) Büyükanne Sayo mini mini bir çocuk, zengin ve soylu bir ailenin kızı. Sato isimli yalnızca büyükbabası olan aşırı fakir bir çocukla yakın arkadaşlar ve tabi ki Sayo'nun babası bu durumdan hoşnut değil. Filmde Sato'nun yaşadığı zorluklar ve kasabaya gelen sirkle değişen hayatı vesaire anlatılıyor. Bu sırada da ona eşlik eden tatlı mı tatlı bir köpek var. 



İnanılmaz güzel manzalarla ikinci dünya savaşı öncesi Japonya gözler önüne seriliyor.  Çocuklarla gelen masumiyet, üzücü bir son bile olsa insanı mutlu ediyor. İyi ki izlemişim dediğim, huzur bulduğum filmlerden biri oldu. Sato karakterini eski Hey!Say!JUMP üyesi Ryutaro'nun kardeşi Shintaro canlandırıyor. Ben bu çocuğu Shirutsu Bakaleya Koukou'da izlediğimde fena uyuz olmuştum. Bu filmde daha bir sempatik geldi, belki mıncık bir çocuk olduğundandır. 



I Am Ghost / 2009

Tabi Japon filmi diye açıp ilk gördüğünüz kişi So Ji Sub olunca "ne oluyor yiaaaağğğ" demeden edemiyorsunuz. Yakışıklı bir adam olduğunu inkar etmeyeceğim ama oyunculuğu berbattı. 

Hayalet diye bilinen ve Japonya'ya adam öldürmeye gelen kiralık katil, işler umduğu gibi gitmeyince bir kovalamacanın içinde buluyor kendini. Diğer karakterimiz ise kendini öldürmeye karar veren bir liseli, şans eseri yaralı katile yardım edip de sonrasında ölümle yüz yüze gelince birden yaşamak istediğini fark ediyor. Sonra bu ikisi saçma sapan bir aşka doğru koşarken olaylar gelişiyor. Eee katilin peşinde olan tek kişi mafya değil elbette, polis de onu arıyor. Hatta bir de muhabir var. Klişelerin dibine vuran film daha ilk beş dakika içinde ne olup biteceğini anlamanıza yetiyor. 

Filmde ilgimi çeken tek şey Japonların da muska geleneğinin olması oldu. Şaşırtıcı değil mi? Bunun dışında filmi atlayarak izledim çünkü felaket sıkıcıydı. Ağır So Ji Sub fanı değilseniz izlemeyin arkadaşlar, açık net söylüyorum zaman kaybetmeyin.

Perşembe, Ağustos 06, 2015

adını unuttuğum mim


Mime geçmeden önce kimlerden bahsetsem? Bu yazıya ne gider ki? Opera sever misiniz? Ambroise Thomas'tan bahsetmek isterim... Belki indie rocktan yana kullanmalıyım şansımı. Adaşımla tanışın: Elliot Smith. (Nasıl adaşın diye sormayın.) Doğduğum yıl Oscar'a aday olmuştu. Peki Küba'ya ait bir müzisyene ne dersiniz? İbrahim Ferrer, ben ikibinde Latin Grammy'de en iyi yeni sanatçı ödülünü almıştı, yetmiş üç yaşındaydı, iki yıl sonra öldü.



Bu sefer de İrem beni mimlemiş, çok teşekkür ediyorum kendisine. Son sorunun cevabında yer verdiği için ayrıca elbette.

1-  Blogger denilince aklınıza gelen 3 şey nedir ?

Okumayı sevdiğini düşüyorum ilk başta çünkü okumadan yazmak diye bir şeyi tahayyül edemiyorum. Ne hakkında olursa olsun o blog hem de. Tabi hayal kırıklığına uğradığım zamanlar olmuyor değil ama yine de böyle düşünmeyi seviyorum ben.

İkincisi biraz asosyal olduğu olsa gerek. Nereden çıkarırım bunu bilmem. Belki kişisel blog yazarları için öyledir ama gayet sosyal olan çok insan da var. Belki kendimden pay biçiyorum, bir arkadaşımın deyimiyle bazen fırlama olsam da ilk defa bulunduğum ortamlarda çok çekingen oluyorum. Tabi sonradan kayışlarım kopuyor ve hemen bir ciddiyetsizlik, bir mallık boy gösteriyor falan filan.

Üçüncüsü de film izlemeyi sevdiğine dair bir düşünce... Hani yine alakasız farkındayım ama "yazıyorsa izliyordur" türünden bir çıkarım da çok aykırı değil benim dünyamda. (Nasıl bir dünya olduğunu ne siz sorun ne ben söyleyeyim.) İşte böyle kendi çapımda bir şeyler geliyor aklıma. Oldukça şahsi düşünceler halbuki, niye böyleyim ki ben?

2- Kişisel blogları mı, yoksa gezi, güzellik, moda bloglarını mı tercih ediyorsunuz ?

Gezi, güzellik, moda... Hiç mi hiç ilgimi çekmeyen şeylerden bahsediyoruz. Gerçi gezmeyi severim hava güneşli değilse ama başkasının gezmeleriyle ilgilenmiyorum çok da açıkçası. Bazen esprili bir dille anlatanlar oluyor, o zaman ilgilenebiliyorum tabi. Onun dışında yok yani benden bir şey çıkmaz bu konuda.

Kişisel blog derken tam olarak neleri kapsıyor emin değilim. Ben daha çok kitap, müzik, film, sanat gibi kültür bloglarından hoşlanıyorum. Bunun yanı sıra kalemini beğendiğim yazarların denemelerini de okurum sık sık. Bazı arkadaşlar da komik yazıyorlar, ona da açığım.

3- Blogger olmanızda etkili olan en önemli şey nedir ?

Paylaşma konusunda kendimi geliştirmek.

Yazdıklarımla ilgili aşırı hassastım. Kimseye okutmaz, hatta göstermezdim bile. Yıllarca böyle oldu. Biri kazara bir şeyimi okusa depresyona girerdim. (Yekta Kopan'la bir başka ortak noktamız da budur.) Ama yazmayı ciddi olarak düşünüyorum bu mahremiyet olayını abartmamalıydım. Bunu aşmak için blog açtım, bir kaç gün sonra sildim. Kaldıramamıştım. Sonra yeniden açtım, bu sefer kendimi zorladım. Zaten kimse okumuyordu, kendi kendime konuşuyordum ben bir nevi. İki buçuk yıl oldu ve bugün çok farklı bir yerdeyim. Hala çok nadiren ciddi yazılarımı blogumda paylaşsam da en azından düşünmeden, içimden geçen ne kadar saçma olursa olsun yazabilmeyi ve insanlar bunu okuduğunda ağlayıp sızlanmamayı öğrendim. Ve çoğu zaman yazdıklarım önemsiz şeyler olsa da bir şekilde bu bana diğer konularda da yardımcı oldu. Basit bir düşünceyi kaleme dökerken zorlanmamayı öğrendim. Her zaman muhteşem cümleler yazmam gerekmediğini duyumsadım. Esneklik kazandırdı kısaca yazma konusunda. Bir hikaye yazmaya zamanım olmasa bile en azından bunu yaparken zihnimi canlı tuttuğumu düşünüyorum. Zaten Sait Faik gibi iyi veya kötü, yazmasam çıldırırım.

Ha bir de yazdığım şeyleri okumamayı öğrendim. İki buçuk yıl oldu, yazdıklarımı dönüp okumadım ehe Ama okusam biliyorum ki bu blogda tek bir post olmazdı.

4- Örnek aldığınız bloggerlar var mı ?

Hangi anlamda örnek almak? Blog kullanma şeklini örnek aldığım kimse yok. Zaten zamanım da yok ama mesela şu blogun yazarının anlattıklarına ve ondan daha çok anlatış tarzına bayılıyorum. Çoğu zaman bir kitap yazsa da okusam ne güzel olurdu diyorum. Hiç olmazsa blog yazılarından derleme yapsın. Öyle işte...

5-  Şu anki mesleğin nedir veya hangi mesleği seçeceksin ?

İşsizim ve işsiz olmaya devam edeceğim. Gerçek bu. Ama görünürde öğrenciyim ve seçtiğim bölümden pay biçersem sinemacı(?) olacağım. Belki sosyolog? Asıl istediğim yazar olmak... Yine de dediğim gibi, hem on yıl sonrasını hayal ettiriyorlar ya, benim kafamda sadece işsiz bir ben canlanıyor. Bir çay bahçesinde oturmuş kitap okuyor, arada yan masadaki sohbeti dinliyor, hava soğuk, elindeki cam bardakla ısınmayı umuyor. İşi yok, eşi yok, evi yok, arabası yok. Babasıyla yaşıyor, bütün arkadaşları çalışıyor, hiçbir beklentisi yok dünyadan, on yıl önce olduğu gibi.Ve yine o zamanki gibi mutlu, öylesine mutlu ki bu mutluluk ona fazla geliyor, diğer insanlara anlatmak istiyor. Gerçi biliyor siddhartha-vari bir yaşamdı onunki, kendisi gibi diğer insanlar da mutluluğu ancak kendileri bulabilir.

6- En sevdiğin blogger arkadaşlarını yazmanı istiyorum desem ?

Bu soruya çalışmamıştım ben ya... Zor sordun kardaş derim. Çok bloglar geldi geçti buralardan, sık okuduklarım çoğu artık yok. Kalanlardan yazayım bakalım... Soruda yazmıyor ama on kişi yazacakmışız.

Nabrut'un yazılarını seviyorum.
Saygıyla karışık bir hayranlıkla takip ettiğim Tawannanna var.
Pek uğramıyor son zamanlarda ama Hanijuni'yi pek severim.
Yine görünmeyen bir LoverK var. Üniversiteye geçti geçeli böyle oldu bu kız.
Şeyma'yı severim, samimi gelir bana yazdıkları.
Bigbang deyince aklıma Efe Kızı gelir her zaman.
Çok uzun zamandır buralarda olan Muu, iyi ki buradasın.
Adını ne zaman duysam hoşuma gider, yazmasını bilen Keyaki.
Beş yıllık mazisiyle beni mutlu eden Altın Zen. Bir beş yıl daha kal.
Bütün doğallığıyla bir Sıla var sonra. Gerçi pek saçmalamıyor ama neyse.
Bloggerların bloggerı Deeptone... Film izleme potansiyeline hayranım.
Kendini bütün yönleriyle anlatmaktan çekinmeyen Düda.
Eğlenceli yorumlarıyla uzun zamandır takılan Dizikolik Mania.
Bütün DJlikleriyle Bia, SHINee dönüşün hayırlı olsun.
Bloguna şöyle arada bir uğrayan ama her zaman okuyan findingme.

Onu geçtiğimi biliyorum ama aklıma gelen herkesi yazmak istedim. İnşallah kimseyi unutmamışımdır.Gece gece biraz duygusala bağladım aslında. Ben üç yıl önce bloglarla ilgilenmeye başladığımda kimler kimler vardı. Ne kadar çok kişi bırakmış yazmayı, ne kadar üzülüyorum gidişlerine... Bazılarıyla başka mecralardan görüşsek de bazıları hakkında hiçbir fikrim yok. Çok yaşlanmış hissediyorum yine. Neyse, bu yazdıklarım aynı zamanda mimlediklerim oluyormuş sanırsam. Çoğu kişinin göreceğini düşünmüyorum ama görmeseniz de sorun yok. Ben takılırım kendi çapımda.

O zaman... Görüşürüz?

Pazar, Ağustos 02, 2015

Saçmamaçsız Mim

Veee bütün zor şartlara rağmen (evimde olmamaktan daha zor ne olabilir?) bu yazıyı yazdığım için aferin banaaaa!

Saçmalarkene blogunun sahibesi Sıla beni mimlemiş ve mimin adı çok hoş değil mi? Kendisine yüksek seviyeden teşekkürlerimi arz ediyorum. Ancak son bir kaç mimde görebileceğiniz mim başlığıyla ilgili bir collection hazırlama geleneğim devam edemedi tabi. Yine de aklıma adı Absurd olan Alman black metal grubu geldi. Aslında black metal sevmem ben ama bazı şarkılarında blues ve RAC'ye yaklaşabiliyor, güzel oluyor. Mesela Mourning Soul'u severim. Des Wotans Schwarzer Haufen, Gates of Heaven falan da güzel yani. Metali severim aslında ama şu böğürerek söyleme tekniğinin bütün şarkıya yayıldığında müziğin sanatsal yönünü öldürdüğünü düşünüyorum. Öyle işte.


1 ) Odanızda veya evinizde orada olduğunu unuttuğunuz bir nesne bulun Bu  nesne ile bir anınız var mı?

Odamda değilim ama var öyle bir şeyim... Kemanım...
Çok acı bir durum değil mi? Şimdi oturup ağlayabilirim herhalde. Şu üniversite zırvalığı yüzünden bir senedir elime almıyorum. Çok uzaklaştık birbirimizden. Ben onun yerinde olsam affetmezdim beni.

nasıl terbiyesizlik ama... üç senelik birlikteliğimiz boşuna mıydı?
hayır hayır değildi, gerçekten, çok özledim seni...
çok mu imkansızdı sanki hiç olmazsa bir iki parça çalmak benimle? sınav bitti de hatırladın mı sanki burada olduğumu?
inanmayacaksın belki ama dün senden bahsettim, yeniden bir araya gelsek nasıl olur diye... ama zamanım olur mu, olsa bile nasıl çalışırım öğrenci evinde? yine de elimden geleni yapıp yeniden bağımızı kuracağız, özür dilerim yaptığım... hayır yapmadığım şeyler için...
müzik olmadan yaşayamam diyordun, ben bir parçası değil miydim müziğe olan aşkının? duymadım mı zannediyorsun seni geçen gün Vivaldi ve Bach dinlerken, içim cız etmedi mi sandın... ama ne anlarsın ki sen?
haklısın, öylesine haklısın ki de diyecek bir şeyim yok ama insan nisyandan alındığı için nisyana müptela... kendisi gibi maddeden bir kılıf giydiklerinden eşyalara bağımlı... hele ben hele ben... bağlanmak için ne kadar da az şeye ihtiyacım var... neyse, yine konuyu kendime getirdim değil mi? affet... bunu da...

Francis Bonvin - Still Life with Violin, Sheet Music and a Rose - 1870

2 ) Aklınıza gelen soğuk bir espriyi yazın . Eğer aklınıza gelmiyorsa 2-3 kelime saçmalayın

İngilizler ben izlemem, Almanlar ben anlamam, İspanyollar ben yollamam.
Bunun devamı da vardı ama şimdi aklıma gelmedi. Gelmemesi kötü mü oldu orası bilinmez tabi... Bir gün yemekhane sırasında beklerken bunun örneklerini çoğaltıyorduk. Mrs. Morgana ve Woops daha iyi bilir bunları... Aklıma geldi de blogumu ilk açtığımda bununla ilgili bir yazı yazmıştım, hey gidi günler, onun linkini de şuraya bırakayım. (Gördüğünüz üzere üç yıl sonra hala aynı iğrenç esprilerdeyim.)

3 ) Yine aklınıza gelen biri ya da nesnenin adı ile akrostiş yazın ama yazdığınız akrostiş az ya da çok o şey veya kişi ile ilgili olsun .

Film dediğimiz o görüntüler nasıl çıkmıştı ortaya
Onlar en başta hızla değişen resimler değil miydi sanki?
Tam da ben çiçekleri çekerken "hepsi aynı neden çekiyorsun" demeleri gibi
Oysa ki farklıydı kendi dünyalarında her biri
Ğ'nin yalnızca bizim "latin" alfabemizde bulunması kadar özellerdi belki de
Resimlerse akıp giden zaman içindeki bir "pause"tu klik sesleriyle
Anlatabilir miyim geçmişi düşünürken içimdekileri, mümkünü yok
Feri sönmüş gözlerim ama bunu en iyi başaracak

4 ) Seni kim mimlediyse şimdi onun blogunu -sitesini- açıyorsun ve onun bu soruya verdiği cevaptan ilginç bir kelime seçiyorsun . Ve döngünün devam etmesi için yine ilginç uzun ve saçma bir cümle kuruyorsun . Lütfen ben bir kuş gördüm .Yada bizim evde oyuncak ayı var gibi cümleler olmasın olabildiğince uzun ve saçma cümleler olsun . Hadi saçmalama potansiyeliniz görelim :D

"Eğer herkes bilebilseydi Nietzsche gerçekten Apollon-Dionysos'a takıntılı değildi ve gerçek bir nihilist olsaydı nihilizm diye bir şey de olmayacağını bilip peşini bırakır, zerdüştün de kendi erekliği üzerinde anakronik yaklaşımlar yapmasına izin verirdi; işte o zaman antisemitist karısı Förster gibi Nietzsche'yi destekler görünüp arkasından türlü işler çevirerek Nietzsche'nin karahindibasına üfler ve felsefe dünyasından uçururlardı."

BEN NİYE BU KADAR CİDDİYİM??????????????
Saçmalayayım diye güzel bir fırsat verilmiş bana, ben niye böyle ciddi ciddi konuştum hep ya ufff Ciddi olmam gerektiğinde de boyuna saçmalıyorum. Aslında yoo her zaman saçmalıyorum ama saçmala dendiğinde beceremiyorum işte. Çünkü efenim saçmalık benim diğer adım olduğundan doğal olarak gelişen bir şey, bilinçli yapamıyorum.

Şimdi geldik mimleme kısmınaaaa! Umarım henüz yapmamışsınızdır ve umarım bu postu görürsünüz ühüühühühühüh sevgiler...

Hanijuni
findingme
İrem Yagizel