Pazar, Aralık 27, 2015

on iki



ne diyebilirim ki?
koskoca on iki yıl. küçücük çocuklar koca adamlar oldular. ben de onlarla büyüdüm. on iki yıl. beş üyeyle geçen beş yılın ardından ayrılan yollar. boşluk. küllerden doğuş. gidenlerin de kalanların da rüştünü ispat edişi. yeniden rekorlar.
ve askerlik.

***


son zamanlarda k-pop'la neredeyse hiç ilgilenmiyorum. bizimkilerden junsu dışında hepsi askerde. h.o.t'den ses yok, shinhwa ve g.o.d ise bireysel takılıyor. bunlar dışındaki gruplara/sanatçılara dair güzel işler olmasına karşın, merak ettiğim bir şey yok.


birer birer hepsini askere gönderdik. jaejoong, yunho, yoochun, changmin... kas yaptılar, zayıfladılar ve şimdi bakıyorum da jaejoong gideli dokuz ay geçmiş bile. o ve yunho dönene kadar da bu piyasaya geri dönmeyi çok düşünmüyorum. (h.o.t dönüşü dışında, olursa orada yıkarım ortalığı.) çünkü benim için bu akım onlarla başladı, indie grupları falan dinlemeye devam edeceğim kesin ama k-pop dbsk'dan bağımsız düşünülemez benim için. düşünebilen yeni nesillerle uyum sağlayamıyorum. yoruldum. ben sadece askere giden oğluşlarını bekleyen bir fanım. neyse ki elimizde bu süre boyunca idare edebileceğimiz yüzlerce şarkı var. on iki yılın hediyesi.



ama siz yine de bir an önce dönün çocuklar!



Salı, Aralık 22, 2015

kazuo ishiguro - gömülü dev




Bu kitabı Ankara'dan dönerken, okuyacak kitabım kalmadığı için havaalanından almıştım. Daha önce "Beni Asla Bırakma" isimli kitabını okumuştum, tarzına aşinaydım. Aslında çok aşırı beğendiğim bir yazar değil ama kurgu konusundaki hayal gücüne ve sınır çizmeden yazabilmesine hayranım. Canımı sıkan şey, bir Japon olmasına rağmen daha çok İngiliz gibi düşünüyor ve yazıyor olması. Bu kitap da zaten 6.yüzyıl İngiltere'sinde geçiyor. Gerçi kendisi kesinlikle bir sayı vermiyor ama Kral Arthur'dan bahsedildiği için (artık olmayan Arthur'dan) ben öyle tahmin ediyorum. Aslında sadece zamanı muallakta bırakmamış yazar. Her şey sisin arkasına saklanmış, mekan da oldukça müphem.

Yazar bu kitabını yazarken Masaki Kobayashi'nin filmlerinden ve western sinemasından etkilenmiş. İlk başta "ne nasıl ne alaka" desem de üzerinde düşününce ayrıntılardaki ortak noktaları buldum. Kitabın konusuna gelince... Roman Axl ve Beatrice isimli iki yaşlı çiftin bir şeyler hatırlamasıyla başlıyor denebilir. Hatırlamak önemli çünkü çiftin "sis" adını verdikleri bir şey yüzünden bütün insanlarda neredeyse her şeyi hızla unutmak gibi bir hal baş gösteriyor. Spoiler vermek istemiyorum çünkü roman boyunca insanı çıldırtan bir meraka düşürmese de en azından okuyucunun iletişimini koparmaması açısından önemli soru işaretleri var.

Dev, ejderha, cadı gibi fantastik unsurlar bulunsa da kesinlikle fantastik bir roman olmadığını duyumsuyorsunuz okurken. Zaten kitabın dayandığı fikir fazlasıyla gerçek dünyaya ait. Guardian'a verdiği röportajda, ikinci dünya savaşı sonrası bazı ülkelerde yaşanan gerçeklerle yüzleşememe sorununun sonucu olarak toplumun unutmayı seçmesine benzer bir durumu ortaya koymuş ama politik bir hava oluşup ana fikri gölgelemesin diye de direk bu ülkeleri kullanmamış.

Arthur'un şövalyelerinden olan Sir Gawain, Sakson savaşçı Wistan ve halkın lanetli gözüyle baktığı bir çocuk olan Edwin da diğer önemli karakterlerimiz. Bu karakterler arasında sürekli bir Sakson-Briton muhabbetinin geçtiğini görüyoruz. Az buçuk bilgi sahibi olmak yetmedi bana, bu konuda biraz araştırma yaptım ama Britanya tarihi çok karmaşık cidden. Bu konuda güzel bir kitap tavsiye edebilirseniz çok memnun olurum.

Ishiguro şuan altmış yaşında, eğer bir yirmi yıl daha hayatta kalırsa nobeli alabileceğini düşünüyorum. "Beni Asla Bırakma"dan çok daha iyi bir kitap çünkü.

"Güçlü ve garip bir duyguyla mücadele halindeydi, kendisini neredeyse rüyalara gark eden, ama etrafında bütün konuşulanları net olarak işitmesini engellemeyen bir duygu. Kış mevsimi ırmakta bir kayıkta ayakta durarak yoğun sise bakan, sisin her an dağılabileceğini, ilerideki toprakların canlı görüntülerinin ortaya çıkacağını bilen biri gibi hissetmişti kendini. Ve korkuya kapılmıştı, ama anı zamanda bir merak da –veya daha güçlü ve karanlık bir şey de– hissetmiş ve kendi kendine, ısrarla “'Her ne ise, göreyim onu, göreyim' demişti."

"Bazılarınızın, size yapılan kötülüğü yaşayanlar hatırlasın diye dikilmiş güzel anıtlarınız olacak. Bazılarınızınsa, sadece kaba tahta haçları ya da boyalı taşları; bazılarınız da tarihin karanlığına gömülü kalmaya mahkûm olacaksınız. Her hâlükârda kadim bir kafilenin parçasısınız."

“Kayıkçı, sizinle dürüstçe konuştum, umarım hakkımızda daha önce verdiğiniz hükümden şüpheye düşmezsiniz. Tahmin ederim ki bazıları bu sözlerimi duyduklarında sevgimizin kusurlu ve kırık olduğunu düşünecektir. Ama Tanrı yaşlı bir karı-kocanın birbirlerine sevgisinin ağır aksak yürüyüşünü bilip kara gölgelerin de o bütünün bir parçası olduğunu anlayacaktır.”

Cumartesi, Aralık 19, 2015

what katie did?


Katie Melua kimdir? Bunun cevabını çok uzun süredir bildiğimi söyleyemem, bir yıl bile olmamıştır. Blues ile jazz arasında gidip gelen, benim için sevilesi bir müziğe sahip bir hatun kendisi. Bayağı da popüler aslını sorarsanız. Gürcü-İngiliz melezi kızımız, 19 yaşında resmi olarak müzik piyasasına adımını atmış. Hakkında bir sürü gereksiz bilgi var internette ama bütün bunları es geçip sizi bir şarkı listesiyle bırakıyorum.

Not: Aslında ben bu listeyi yapalı bayağı olmuştu, bir de utanmadan her şarkıya yüz üzerinden not vermişim yani. "Favorim bu" "bunu pek beğenmedim" bile değil -.- Gerçi hepsi güzel zaten.

- Spider (88)
- Dedicated to the one (81)
- Moment of Madness (92)
- Spooky (94)
- Cry of the Lone Wolf (75)
- Chase Me (78)
- Tiny Alien (90)
- Spelbound (91)
- In My Secret Life (89)
- Closest thing to Crazy (87)
- Nothing I Can Do (88)
- Love is a Silent Thief (90)
- No Fear of Heights (86)
- Red Balloons (80)
- The Flood
- Two Bare Feet (93)
- God on Drums (90)
- Shiver and Shake (92)
- Nine Billion Bicycles (81)
- I Cried for You (91)
- Kosmic Blues (92)

Dipnot: "What Katie Did?" ise The Libertines'in muhteşem bir şarkısıdır.

Cumartesi, Aralık 12, 2015

ve yıl üç olur


bugün 12 aralık.

bir arkadaşımın whatsapp durumunda "tarihte bugün" tarzı bir şey yazıyordu. ben de ne olduğunu anlamayıp vikipediyi yoklama başladım. o arkadaş ne için bunu yazmış hala bilmiyorum ama bildiğim bir şey varsa, o da bugünün bu blogun 3.yıl dönümü olduğu.

aslında sizinle konuşmak istediğim konular vardı. bu bağlamda bu da bir fırsat oldu benim için. önce geleneksel yıl dönümü formatını bir uygulayayım, ardından kişisel ve blogsal konulara geleceğiz.


her yıl dönümünde istatistikleri kontrol etmek de geleneğin bir parçası haline geldi benim için. ilk yıl 100 yazı, ikinci yıl 86 yazı yazmışım ve bu yılsa 60.yazımdayım.

iki senedir zirvedeki yerini koruyan "bir daha geri gelmemek" bu sene üçüncü sıraya düşmüş. onun yerini gayet mantıklı bir aratma olan "arrakis blog" almış. en popüler kayıtların %70'ini k-pop yazıları oluşturuyor. (doğal olarak tabi ki.) birinci sırada ise "vizyondaki kore dizileri" var. ülkeler aşağı yukarı aynı bu yüzden söylemeye bile gerek görmüyorum.

şimdi sizleri geçen yıldönümünden kendime yazdığım mektupla başbaşa bırakıyorum:

“öyle umuyorum ki şuan üniversitedesin. ama hangi üniversite hangi bölüm? bir fikrim yok. hadi bakalım dök eteğindeki taşları, nasılmış o üniversite dedikleri?

yazın telafi ettin mi okuyacağın kitap ve de filmleri? nerede görüyorsun ki kendini? ne öğrendin bu bir yılda? yaşadın mı pişman olmaksızın?

tvxq askere gitti mi diye soracağım yine? merak ediyorum çünkü. 12.yılı kutluyoruz değil mi? liderim nasıl liderim? ne zaman evlenecek bunlar? ah! yunho deyince aklıma boa’cığım geldi, o nasıl? her zamanki gibi mükemmel değil mi? ciddi merak ettiğim bir şey daha var… bigbang? dönüş yaptı mı? lütfen evet de. ya ft ısland? bunun cevabı da evet olsun. 2pm için de evet, shinhwa için de. ha bir de mblaq dağılmadı de. bunu duymak istiyorum. sonracığıma got7 nasıl? ya red velvet ya şu sm’in yeni erkek grubu? winner’dan haber ver sen asıl. bu aralar ağır fangörllük yaptığın kang seungyoon’cuğun neler yapıyor? shınee ve f(x) ne durumda? sulli’nin hali düzeldi mi? yoona ile seunggi, tiffany ile nickhun, sooyoung ile adını hatırlayamadığım o kişi hala çıkıyorlar mı? gd hala kiko’nun peşinde mi? shinhwa’dan hala kimse evlenmedi mi? ıkon çıkış yaptı mı? ya jinhyung ile hongseok ne durumdalar? başka? aklıma gelmiyor, yüz bin grup takip edersen olacağı bu, al işte.

2014 pek hoş geçmedi, 2015 nasıldı? bu kadar büyük sayılar çok korkunç değil mi? gerçekten öyle. ah bilmiyorum gelecek sene her şey çok değişmiş olabilir. olabilir mi?”

cevap:

üniversite dedikleri bir halt değilmiş ama sinema muhteşem bir şey.
pişman olmaksızın yaşadım mı? emin değilim, elimden geleni yaptım ama bazen kitlenip kalıyoruz işte, zayıfız.

junsu hariç hepsi askerde. iyidir yunho, çok da bilmiyorum gerçi, bayağı zayıfladı askere gittiğinden beri. bigbang geri döndü evet. ft de. 2pm de. shinhwa da. mblaq iki üyesini yolda bırakıp yürümeye devam etti. sulli gruptan ayrıldı. sooyoung dışındaki çiftler de. ıkon çıkış yaptı. işte bütün bildiklerim. diğer soruların cevabını ben de bilmiyorum inan ki.

ve 2015 de 2014'ten çok farklı olmasına karşın şuan düşünüyorum de her yılın sonundaki his aynı. yıllardır değişmedi. her aralık böyle hissettiriyor.

ve bu da öyle.

ve bu üçüncü yıl... aslında bakarsanız bu zamanın altında eziliyorum. blogu açtığım günü, ilk yazımı hatırlıyorum. ne kadar çok şey oldu, ben ne kadar çok değiştim...

ve bu 245.yazı.

2016'ya:

"şuan hazırlıkta bir anlamda sürünüyorsun. kendi çapında bir şeyler yapmak için uğraşıyorsun. birçokları senin hızlı bir giriş yaptığını söylüyor, gel gelelim bazı şeylerin senin için ne kadar zor olduğunun farkında değil kimse. annen arıyor...

kısa bir konuşmadan sonra kapatıyorsunuz. söyleyecek çok da bir şeyiniz yok. ev arkadaşların çiğ köfte akşamı yapmak istiyorlar. seninse uykun var, yarın da sinema derslerin. aslında uyumak istiyorsun ama mümkün değil. aslında şuan zion t'nin "eat"i çalıyor. bu adamı seviyorsun. bu adamı cidden seviyorsun. ama son zamanlarda neredeyse hiç denilebilecek kadar az k-müzik dinlediğini söylemek lazım. genelde kaiser chiefs'in bu ara. nirvana ve panic at the disco bir de.

katıldığın derneğin akademi koluna girip yetmezmiş gibi blog işini üstlendin. merak ediyorum o zaman derneğin durumu nasıl olacak, koca bir yıl sonuçta. (now playing: zion t - zero gravity) sen hala o dernekte misin, kulağa tuhaf geliyor. bunu okuduğunda lisans eğitimine başlamış olacaksın büyük ihtimal. şuan kimlerle arkadaşsın, o zaman kimlerle olacaksın... bir şey sormak istemiyorum. tahminim yok. nerede kalıyorsun, ne yapıyorsun, nasıl gidiyor, sen anlat bana...."




size söylemek istediğim şey şuydu, sormak istediğim şey daha doğrusu.

son üç aydır hiç k-pop aylık değerlendirme yazısı yazmadım. sürekli daha yazmayacak mısın diye soruyorsunuz, ben de yazmak istediğimi ama zaman bulamadığımı söylüyorum. gerçekten öyle, oradan bakınca kolay görünebiliyor ama ben saatlerimi verip yazardım onları. şimdi öyle bir lükse sahip değilim. elimden geleni yapıp bu zamanı oluşturmaya çalıştım ama başaramadım. ben bir yerden tuttuğum anda zaman akıp gidiyor, yelpaze genişliyor.  bundan sonra daha da yoğun olacağım. bu zamanı bulamayacağım çok açık.

demek istediğim o ki sanırım daha uzun bir süre daha aylık bir değerlendirme yazmayacağım. belki bir daha asla. zaten piyasayı da hiç takip etmiyorum, hiçbir şeyden haberim yok. arada turşu'nun anlattığı neyse o. bir kaç albüm dinliyorum arada. hepsi bu. ama ben dinleyene kadar üzerinden ay geçmiş oluyor, çok bir anlamı kalmamaya başlıyor. yakın zamanda sadece bir iki albümden bahsettiğim kısa bir yazı yayınlarım ama bundan sonra k-pop'ı belki de böyle playlist halindeki yazılarda bulabileceksiniz ancak.

bununla birlikte artık daha fazla "bugünlerde neler oldu" temalı yazılar da yazmak istemiyorum. kitap ya da film eleştirisi yapma arzusuyla dolup taşsam da nasıl olacak emin değilim. sanırım artık kısa yazı formatına geçme vaktim geldi. böyle bir kitap, bir film, bir albüm belki... minik minik postlarla yoluma devam edeceğim. yoksa bu bloga yazık olacak. bildiğim bir şey varsa da bu blogu çok sevdiğim ve onu çürümeye bırakmak istemediğim.

teşekkür ederim. her şey için.


Pazar, Aralık 06, 2015

hayat zor be kardeşim

22 Kasım 2015 - Ortaköy
aslında ben sonbahar özeti geçecektim. hala geçeceğim ama şimdi değil. gerçi şimdi bunu da yazmamam lazım çünkü efendim yarın sınavım var. ama benim çok çalışkan bir çocuk(!!!) olmamdan mütevellit burada konuşuyorum. biliyorum doğru değil bu yaptığım ama istemiyorum işte çalışmak.


günlerim çok da mühim bir değişiklik olmadan geçiyor. sadece son bir hafta içinde katıldığım çekim, ders ve film okuması sonucunda bölümümü daha da çok sevmiş bulunuyorum. kura falan diyerek geldim belki buraya ama gerçekten en mutlu olacağım yere gelmişim. önümde tek bir engel var o da hazırlık işte. zemin kattaki bir penceresiz sınıfta, hapishane hücresinin verdiği bütün karamsarlık ve bunaltıyla sıkıcı cd kayıtlarını dinleyerek yaşıyorum. öyle boğucu ki ne kitap okuyasım geliyor ne yazasım. halbuki dersler bunun içindir, değil mi?

cuma günü medya akademisinin mülakatına katıldım. bir gece oda arkadaşımın haberdar etmesiyle -o da bu kursa gidecekti- cv'mi gönderip başvurdum. çok ümitli olduğum söylenemezdi. sinema alanında elle tutulur hiçbir başarısı olmayan bir insanım neticesinde. bin kişi cv göndermiş, film okumasındayken aradılar beni. refleks olarak kapattım ama içime de bir kurt düştü tabi, çıkışta geri aradım, geçmişim. seçilen doksan kişinin içinde ben de varmışım. onların içinden de otuz kişi seçilecek. şimdi ikinci bir bekleme başladı benim için ama bu sefer daha heyecanlı çünkü bu sefer olasılık daha yüksek ve mülakata katılınca da iş ciddiye bindi. gerçi güzel geçti diyebilirim, bu iş olacak gibi hissediyorum ama bakalım. 

ielts'e girip ikinci dönem derslere başlamayı düşünüyordum ama eğer bu kurs olursa istemem. yedi aylık bir eğitim madem, benim de kafam rahat olsun. (evet bütün sıkıcılığına rağmen hazırlık yatarak geçtiğim bir başka  sezon.) çevremdekiler yine bile girmemi söylüyor ama bu konuda kesin bir karara varmış değilim. dediğim gibi kurs olursa zaten uğraşacak ciddi bir meselem olur.

son zamanlarda bizim okuldaki arkadaşlarım can sıkıntısından ne yapacaklarını şaşırdılar. (tek başıma sıkıldığımı düşünmüyordunuz herhalde dssfjkhj) önceki sınıftan bir çocuk vardı, gerçekten sıkıntılı bir çocuk. normal değil yani, hep dalga geçiyorduk falan ama öyle alınmıyordu yani. neyse, ben çok tanımıyordum kendisini zaten, malum çok öndeydi. sınıflar değiştikten sonra daha iyi tanıdım. fizik profesörü olan babasının baskın kişiliği yüzünden bu abuk eğilimlerde olduğunu düşünmüyor değilim. kafası çalışmayan bir çocuk değil ama sosyal ve duygusal zekasında bir problem olduğu kesin. işte neyse başka bir arkadaşın engin fikirleriyle buna bir parodi hesap açmışlar, tabi haberi var onun, başı çekiyor, saçma sapan şeyler yapıyorlar. ilk başta ben de dahildim, komik videolar çekiyorduk. her şey bizim aramızdaydı. sonra okuldaki herkesi takip etmeye başladılar, onlar da geri döndüler ve şimdi iki yüzden fazla takipçisi var.

gel gelelim bizimkiler şakayı kakaya çevirmek konusunda pek meraklılar. sağdan soldan birilerini ayarlayıp bu çocuğa gönderiyorlar. "aaa sen instagramdaki çocuksun di mi, severek takip ediyorum, bir fotoğraf çekilebilir miyiz?" tarzı şeyler söyletiyorlar. bu çocuk da gerçekten inandı mı ünlü olduğuna. "yapmayın abi, o kadar da değil, yazık lan" diyorum ama dinletemiyorum. neymiş başkası dalga geçemezmiş, yalnız biz dalga geçebilirmişiz, onun da hoşuna gidiyormuş blah blah. kendilerini kandırma şeysileri  yani ama içim hiç rahat değil, artık konuşmuyorum bile bu konuda onlarla. anlamak mümkün değil insanları, başkalarının arkasından "ergenlikten çıkamamış bunlar" deyip ergenlikten çıkamayan arkadaşlar. ben gerçekten anlamıyorum, böyle zamanlarda ne yapıyorum ben burada diye sorgulamadan edemiyorum da. ama işte yüzdeye vurunca bakıyorum aslında iyi çocuklar, katlanıyorum bir şekilde. hazırlıkta bulunanlar arasında en iyisi bunlar şimdilik.

aklıma gelmişken, film okumasından bahsedeyim biraz. hocamız çok şirin bir insandı, hoca dediğim asistan yani, sosyoloji mezunu ama kültürel çalışmalarda master yapıyormuş. çok güzeldi ya, hiçbirini tanımasam da gelecekteki sınıf arkadaşlarımı çok sevdim. (hepsini değil, güzel konuşanları sadece.) ya size bir şey itiraf edeyim mi? benim bu paragrafa başladığım gün çok hevesliydim şuansa zırnık gelmiyor içimden bir şey yazmak. ama güzeldi yani. ha bir de çekime katıldığımdan bahsetmiş miydim bilmiyorum ama belgeselin jenereğindeki asistans kısmında adımı görünce bir mutlu olmadım değil. ben bilmiyordum arkadaşım ss almış, atınca hep birlikte vaaay dedik. ufak ufak, işte çay kahve taşıyarak başladım sinema kariyerime hahah. ama sevmişler beni, yönetmen abimiz yine gelsin o kız demiş. *şımarma*

bugün sadece altı kilometre yürümüşüm. formdan düşüyorum. normalde pazarları ben dokuz km'yi görürdüm. neyi fark ettim sonra, belki de aradığım arkadaş ortamını buldum. okulda değil hayır, dernekte. gel gelelim ne zaman bu arkadaş ortamında bulunsam tek kız olmamın getirdiği ciddi bir sorun var. gruptaki erkek sayısı artarken kız sayısı stabil. bugün onlardaydım ve güzeldi mesela ama işte bir rahatsızlık hep. bir daha giderken yanıma muhakkak bir kız almam lazım onu iyice anladım.

edit: bir kere daha yanılmışım. daha bile korkunç.

bunun dışında pek bir şey yok. var mı? yok. valla yok.


o sonbahar yazısı da gelecek!!!