Pazar, Şubat 21, 2016

ve tuhaflığını üşüdüğün zaman




james blunt - no tears

bugün yine depresyonda olduğumu düşündüm. hissettim. sonra bir arkadaş -ki soruları soran o hep aynı arkadaş, anlat, kim, neden, niye, ben tanıyor muyum.. kız da değilsin ama demek istiyorum bir gün, yine de biliyorum niyeti kötü değil, kızsam da çabuk sönüyorum- neden diye sordu. ben de nedenleri üzerinde düşünmeye, bu sefer gerçekten düşünmeye başladım. 

sınav değildi hayır. sınavı iplemeyi yatağıma yattığımda bırakmıştım. ve evet, m4''ün rezil kokusu ya da sınavın elin köründe bir otelde olması canımı sıkıyordu ama sebep bu değildi, yine hayır. "düşündüğünde mutlu olduğun ama gördüğünde mutlu olmadığın birisi oldu mu hiç?" diye sordum ben de. "hayır," dedi. "belki ona yetememekten korkuyorsundur." düşündüm. çok olası geldi. sanırım haklıydı. yarı yarıya. bu sorunsalın ayrıntılarına girmek istemiyorum ama size hiç oldu mu?

çok nefret ettiğim şeyler var. avazım çıktığı kadar bağırmak istediğim şeyler. şimdi dişimi sıkıp içime atsam bile bir gün hesabını sormak istediğim şeyler. yapabilecek bir şeyimin olmadığı şeyler. 


yine de her defasında dayanamayıp geri çekiliyor olmam.

beyaz bayrak.


james blunt - no bravery

birden inanılmaz bir duygu yoğunluğu hissediyorsunuz. yolsa yürürken kendi kendinize salak salak gülüyorsunuz. hiçbir neden yokken. sonra bu saçmalığınıza gülüyorsunuz. size bakan insanlar kim bilir ne düşünüyor? lotoyu tutturdu, üniversiteyi kazandı, aşık oldu, kafayı yedi...

peki ne oldu? bunca yıpranmışlıklardan hangisiydi seni kahkahalara boğan?

dur söyleme, gizli kalsın, kimseye anlatamazsın, gitmek gerekir o zaman.

ama sen gitme, ben giderim. şimdilik hoşçakal jimmy.


james blunt - so long, jimmy

eğer bir daha on yedi olursam yine aynı şeyleri yaparım. evet, en güzel dönemiydi hayatımın. çok uzun zaman geçmedi üstünden ama geçmiş gibi. kütüphane masalarının üzerinde yuvarlanmak çok güzeldi. yine yapardım. yine derslerde kitap okurdum. aynı okula gider, aynı kişilerle arkadaşlık ederdim. pişman değilim. büyük işler başarmadım evet. bugün hayatımın başarısını sorduklarına yine diyecek bir şey bulamadım, doğru. kafadan salladım bir şeyler, bir kaç gün önce yaptığımız bir işten söz ettim. sınav sonuçta, bir şeyler söylemem lazımdı. diyemedim benim hayatımın en büyük başarısı mutluluğu yakalamış olmamdı. ama ya şimdi, diye sorsaydı ne derdim? kaybettim onu da kendimi de diyebilir miydim?

hiç özlemedim liseyi diyor tekila. bense minik, şirin dünyamı özledim. yeryüzünün geri kalanını yok sayabildiğim dünyamı. on yedi olmayı, sen benim on yedi yaşımsın'ı dinlemeyi özledim. bir şeyleri yapmak için hala vaktim olmasını. şiir okumayı arkadaşıma, resim çizmeyi derslerde. sandalyeden düşmeyi. pencereden saatlerce bakışım, sorulara sessiz kalışım. yazma krizlerine girdiğimde kendimi sağa sola vurmayı, gülme krizine girmeyi, koridorda deli gibi koşmayı. yapmaya çalıştığımız her şeyi elimize yüzümüze bulaştırmamızı. zarflardaki güldüğüm o iğrenç esprileri. 

bu arada hatırlıyor musunuz? 

renkli sular yapmıştık. 


james blunt - next time i'm seventeen 

Cuma, Şubat 19, 2016

olmaz böyle şey


evet doğru tahmin. yarın sınavım var. stresten kendimi vuracak duruma geldim.

bu sabah uyandığımda da okula lanet ettim. bir süre yatağımda oturup gelen mesajlara cevap verdim. sanki yapabileceğim başka ne varsa bu saatte, onu sormuş biri. -önemsiz biri değil- kendimi okula gitmeye ikna etmeye çalıştığımı söyledim, ondan beklemediğim şekilde ciddiye alıp kendi argümanlarını sundu bana. ama beni çok bağlamayan şeylerdi -ben mühendis olmayacağım sonuçta. yine de ilk derse geç kalarak gittim. yolda annemi arayıp şikayet ettim oradan buradan. dolmuştum. 

cuma günleri okulun en güzel günü yine de. en azından dersler rahat geçiyor. bir ara kimse sınıfta yokken hocaya yarın ielts'e gireceğimi söyledim, tavsiye istedim. en önemlisi concentration, dedi. ben de dehb var diyemedim. sonra tabu oynarken benim anlatma sıram geldiğinde bütün sınıfa söyledi hoca. arkadaşınız yarın ielts'e girecek diye. ben de bunun iyi olmadığını söyledim, i feel more pressure now, dedim. bin tane 'eee ne yaptın' sorusu duymak istemiyordum. sonra okul bitti. benim için yirmi dört saatte bir olan yemek yeme eylemini gerçekleştirdim. 

canım hiçbir şey yapmak istemiyordu. sınav düşüncesi bunalıma girmemde çok considerable bir supporter idea idi. bunun dışında bugün için birçok plan yapıp hepsini unutmuştum. tekila ile buluşmaktı biri de. ama vazgeçmiştik o biraz hasta diye. gerçekten ölmek istedim biraz. kimseyi göresim bile yoktu, duvara dönüp oturuyordum. sonra morgana'nın beni harekete geçmeye teşvik etmesiyle tekila'yla buluşmak üzere beşiktaş'a doğru yola koyuldum. 

o kadar kötüydüm ki ilk kez vapurda içeri oturdum. bir şeyler karaladım. iskelenin orada biraz bekledim. sonra tekila beni ufak ama şirin, hoş müzikler çalan bir yere götürdü. onu görmek çok iyi geldi bana. ilk defa bu şehirde bütün herkes yabancıymış gibi hissettim. çok yabancı. ama o tanıdığım biriydi. beni tanıyan biriydi. rahatladım. 

sonra istiklal'e gittik, yürüdük. kitap aldım. yürüdük. metroyu beklerken yine raylarda hangi pozisyona durursam ölürken daha az canım yanar diye düşündüm. kalabalıktı, bir ara nefes alamadım. kitap okumaya çalışırken düşüyordum. eve geldiğimde giysilerle ilgili anlamadığım bir muhabbet vardı. sonra ielts çalışmaya çalıştım, oldu olmadı derken arkadaşlarla herkesin ayrı telden çaldığı eğlenceli bir muhabbet yaptık. 

ne olursa olsun sanırım... her zaman yanımda olmasalar bile, kapılarını çaldığımda beni gülerek karşılayacak insanların olduğunu bilmek içimi rahatlatıyor. ama keşke demeden de edemiyor insan. sorun olmadan olur mu? olmaz böyle şey. kendimi anlamak istiyorum. kendimden korkuyorum. olmaz böyle şey.

*** 

olmaz böyle şey
yoksa rüya mı
tam mutlu oldum derken
yıktın bütün dünyamı
ben bu dertten ölürsem
söyle küçük bey
hiç mi kalbin sızlamaz
olmaz böyle şey

Pazar, Şubat 07, 2016

boş işler müdürlüğü



şuan dışarıda deli gibi rüzgar esiyor ve ben çatının uçmaması için dua ediyorum. bir yerden dehşet bir soğuk geliyor ama nereden olduğunu bile anlamıyorum. sanırım sadece soğuk işte, her yer soğuk.


bob marley dinleyince aklıma jiyounghoon geldi. dinlemeyeli bayağı olmuş, özlemişim sesini. bu şarkı beni aylar öncesine götürüyor. üniversiteye başlamadan önceki tatlı zamanlar. korktuğum zamanlar. yapamayacağımı düşündüğüm. yazmıyorum, deli gibi eşlik ediyorum şarkıya. no woman no cry!!!

bir süredir bir şey yazmadım. iki gün oluyor sanırım. şuan yazmak istiyor muyum emin de değilim. başkalarına öğüt vermek kolay tabi. zion t'nin sesi beni çok başka dünyalara götürüyor. onunla yazamam sanırım. çünkü bu dünyalardan birinde kalmak isteyebilirim ve bu beni gerçekten uzaklaştırır. hiç mi kaçmıyorsun sanki diyeceksiniz, haklısınız. yine de yazarken elimden geldiği kadar dürüst oluyorum.

bu aralar boş işler müdürlüğünde halkla ilişkiler departmanına bakıyorum. görevim; dersten sonra kafede oturup kart oynamak, asla sonuç alamayacağımı bilerek siyaset konuşmak, eve gelen insanlarla boş yapmak, reklamlardan tutun da the voice switzerland'a kadar bazı gereksiz şeyler izlemek... kolay değil anlayacağınız, bayağı bir vaktimi alıyor.

ikinci dönemin ilk haftasını geride bırakıyoruz. izlediğim bir kaç film, okuduğum bir kaç şey sanırım ben niye ölmüyorum ki düşüncesini bir parça olsun unutturuyor. hakkında yazmak istediğim çok kitap çok film var ama tek yaptığım bu saçma şeyler. ama tamam bu kadardı, diyorum kendi kendime. bir süredir görüşmediğim arkadaşlarımdılar sonuçta, biraz boş yaptık birlikte. bundan sonra daha anlamlı şeyler yapacağım, diyorum. bu sefer de kendi kendimi yargılıyorum, gerçekten nedir anlamlı olan?

o kadar fazla insan tanıdım ki insan ilişkilerine bakışım değişti, nasıl denir, biraz laçkalaştı. lise arkadaşlarımla ilgili bir sorun yok, onların yeri ayrı. ama geri kalan bütün o insanlar... herkes iyi - kimse iyi değil. herkes arkadaşım - kimse arkadaşım değil.  herkesle konuşurum - ama boş konuşurum. gerçekten böyle dandik iletişim bozuntularından nefret ediyorum. sadece bir arkadaşım olsun istiyorum, kitap okumak yerine kalkıp görmeye gideceğim. ama o klişe vardı ya birinci sınıfta öğrendiğimiz, kitap en iyi arkadaştır diye, ben bunu bizzat yaşıyorum. bir yandan çok güzel - öbür yandan berbat. 

*** 

yirmi dört belki de kırk sekiz saat geçti. ve ben çok ama çok yorgunum.