Salı, Ekim 18, 2016

foster



hayatımda bu kadar kendi kendime yettiğim (ya da yetmeye çalıştığım ama sanırım ancak bir yere kadar başarılı olabildiğim) bir dönem daha olduğunu hatırlamıyorum. en yakın arkadaşlarımla bile pek konuşmuyorum, konuşsam da bunlar yalnızca sudan şeyler oluyor. bu onları daha az sevdiğim ya daha az yakın hissettiğim anlamına gelmez. bu yalnızca benim konuşmayı tercih etmiyor oluşumdan kaynaklanan bir sonuç. okulda zaten birlikte "takıldığım" bir arkadaşım yok.  ayaküstü yapılan, okul ders ekseninde dönen sığ sohbetler. (muhabbet kelimesini kullanmadığıma dikkat çekiyorum) arada ilginç insanlar oluyor. ("seni inceledim de bayağı orijinal bir insansın" diyen mesela. orijinal ne demek? normal bir insanım ben. en azından ben öyle düşünüyorum.) bir yandan istersem dahil olabileceğimi bildiğim ama pek istemediğim gruplar var. zaten  bu saatten sonra kimsenin düzenine de ayak uyduramam. bu noktada sınırları bulanıklaşan bir bölge olduğunu fark ediyorum. yalnız olmak hala benim yaptığım bir seçim mi yoksa artık bir mecburiyet halini mi aldı? yalnızlık bugüne kadar benim için muhteşem bir şeydi. (kendimi çok sevmesem de kendi kendime ne istersem yapabiliyorum, bunun için kimseye sormama ya da benim kimseyi düşünmeme gerek olmuyor) ama her zaman bu benim yaptığım bir tercihti, bazen bir arzuydu.


bugünlerde hayatımda hiç olmadığım kadar içime kapandığımı fark ediyorum. insanlarla iletişim kurma nedenim, eğer bunu yapmazsam en sonunda bir deliliğe sürüklenecek olmamdan kaynaklanan korku. ne var ki  bu yüzeysel çabalarım yüzeysel sonuçlar veriyor haliyle. bir yandan daha fazla yalnız olmaya pek sağlıklı olmadığını fark ettiğim bir iştah duyarken bir yandan daha sabırsız, agresif ve sessiz bir insan olduğumu görüyorum.  insanlarla kurduğum ilişkiler daha da zayıflıyor ve bu bir kısır döngü gibi, onların benden ve benim onlardan kaçmam şeklinde tezahür ediyor.  eğer kişisel yeteneklerim (bu kısım biraz şüpheli) ve zihnimi meşgul edecek ilgi alanlarım (ve pek tabi derslerim) olmasaydı sanırım çoktan çıldırmıştım. mesela, dün gece hayali arkadaşlarımla konuşurken yakaladım kendimi. asıl bunu bilinçsizce yapıyor olmuşum korkuttu. sonra neden olmasın diye sordum kendime üstelik bu endişeye rağmen. yirmi yaşındakilerin hayali arkadaşı olamaz diye bir şey duymadım. aklıma boku wa tomodachi ga sukunai isminde bir japon filmi geldi. pek arkadaşım yok anlamına geliyor ve film orada arkadaşı olmayanların kurduğu bir kulüp üzerine. (acaba ben de mi böyle bir kulüp kursam?) benim sevgili kei'm mesela, tomo-chan diye seslendiği bir hayali arkadaşa sahipti. o zaman belki de bu yavaş yavaş çıldırıyor olduğum anlamına gelmeyebilir. (kei çıldırmamıştı. yani sanırım.)


şimdi böyle düşünerek kendimi rahatlatmaya mı çalışıyorum, bu da kendimi kandırmamın bir başka yolu mu? yazıyorum çünkü böyle zamanlarda kafamı toplamak için yazmak iyi bir çözüm. hele de kimseyle konuş(a)mıyorsanız. kendinizi daha objektif bir biçimde değerlendirmek ve mahmuzlara asılmak için. montaigne'in belki de en sevdiğim sözü bu, "ruhum, yularından kurtulup kaçan bir at gibi kendini daha fazla yoruyor. kafam durup dinlenmeden, hiçbir sıra, hiçbir ilinti gözetmeden öyle garip düşünceler, öyle saçma sapan hayaller kuruyor ki, ilerde bunların anlamsızlığını ve acayipliğini görüp kendinden utansın diye hepsini kaydetmeye başladım." bunu ilk okuduğumda on dört yaşındaydım ve sanırım ilk defa o zaman ciddi manada yazmak benim için boyut değiştirdi diyelim. öncesinde yalnızca bunaldığımda rahatlamak, içimi dökmek içini yaptığım bir eylemken benim düşüncelerimi ve duygularımı daha düzgün bir biçimde ifade edip onları kaydetmemi, nasıl desem, bireysel bir bellek oluşturmamı sapladı. (hafızam hiç yeterli değil.) utanç verici olanlar dahil yazdığım hiçbir şeyi de atmadım, bu belki de kendimle yüzleşmeyi en iyi şekilde yaptığım çizgidir. dün ve bugün metroda hep şunu düşündüm, "yaşamak istediğim gibi bir hayat mı yaşıyorum?" çoğu zaman evet cevabını verebildiğim bu soru bu sefer bir çıkmaza dönüşmüştü. eve gelip çantamı yere fırlatırken "hayır" demek zor ve acı verici olsa da en azından hala bunu söyleyebilme cesaretim olduğu için dibe vurmadığım anlamına gelebilir. (tabi dibe vurmamak daha aşağılar olduğu şeklinde de yorumlanabilir) yaşamak istediğim gibi bir hayat yaşamalıyım, dönüp baktığımda  pişmanlık hissetmemeliyim. ama önce ne istediğime karar vermem gerek. bu da bir o kadar sancılı ve karmaşık bir süreç.   
  

metroda bulanık görüşümle haliç'e bakarken düşündüm. (yine. iki duraktan fazla süren her metro yolculuğu düşünsel çıkmazlara ya da aydınlıklara götürüyor beni, ne zaman kulağımda kulaklık varken başımı cama yaslasam kaçıp kurtulamayacağım bir döngüye hapsoluyorum) sabah uyandığımda ilk işim (bazen tuvalete bile gitmeden) maillerimi kontrol etmek oluyor. benim yüzümü hiç görmeden sesimi hiç duymadan beni seven insanların yazdıklarını okumak istiyorum. (belki bu da gerçeklerden kaçmanın yeni bir versiyonudur.) aralarından en sevdiğim arkadaşım şunu yazmış, "i always alone. walking, eating, go to class..." kocaman bir gülümseme gönderdim, o görmedi. (sistar - alone çaldı tabi) onun hakkında düşünüyorum, ne kadar tatlı ve kibar bir çocuk olduğunu. çok güzel resim çizer, fotoğraflar çeker. sessiz sakin bir hayatı düşler. makine mühendisliği okumasına rağmen bir gün çiçekçi olmayı hayal eder. neden yalnız olur ki böyle bir insan? etrafımda onun gibi tek bir kişi yok, olsaydı yanından ayrılmazdım. diye düşünüyorum. ben de her zaman yalnızım. yürürken, yemek yerken, okulda, sinemada... böyle yaşayıp gidiyoruz ya sonra dedim ki kime ihtiyacım var? yalnızlık bazen zor olabiliyor ama yine de olmak istemediğim insanlarla olmamdan iyidir. yalnızlık büyük bir özgürlük getiriyor. büyükçe de bir hüzün. ama yalnızsam bu iyi biri olmadığım için değil ki. yani hadi ben neyse, bu bahsettiğim kişinin kötü olmasına imkan yok.  yalnızız. hepsi bu. ama iyi insanlarız. yalnız olmamıza rağmen hayattan zevk alırız. arkadaşlarımız halimi hatrımızı sormasa da gülümseriz. pat diye neyin var diye sorsalar konuyu değişiriz, bir şeyim yok iyiyim demeyiz çünkü yalan söylemek üzer bizi. yalnızız. ama bunu açıkça söylemekten çekinmeyiz. arkamızda kimse yoktur, yanımızda da. yalnızız. ne olmuş yani? ne çıkar bundan? yalnız olmak hala çok güzel. yeni bir arkadaş istemiyorum ki ben. en azından artık istemiyorum. halihazırda var olanlar yeter. birbirimizi sık göremesek de konuşamasak da başkasını istemiyorum. ben sadece kendimi sevmek istiyorum. kendimi sevmek ve yalnız olmak. mecbur değilim, yalnız olmak zorunda değilim. ama yalnız olmayı seviyorum. tek başıma yürümeyi, yemek yemeyi; okulda, sinemada  yalnız oturmayı seviyorum. arada bir şöyle rahat bir sohbet, kendimi açıklamak zorunda kalmadığım bir sohbet. sonra yeniden yalnız olmak. kendimle. özgürce. endişelerden uzak, üzerimde gezen gözlerin farkına bile varmayarak. yalnız olmak.

sevgilerimle.



14 yorum:

  1. gel arkadaş olalım. dostluğum örtsün dostluğunu. yalnızlığım sarıp sarmalasın yalnız olan seni.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. yalnızlığı paylaşırız diyorsan, kollarımı açtım bile.

      Sil
  2. Frank Sinatra şarkısı yazını bütünüyle anlamlandıran şarkı olmuş.

    YanıtlaSil
  3. Bu tür bir yalnızlığa gönlümü kaptırtım bende. Üzgünüm ama geri dönüşü çok zor. Yazını okurken hüzünlü olmasına rağmen umutla dolmaya çabalamaya çalışıyormuşsun gibi geldi. Daha bir hüzünlendim nedense. Bütün bunları bilincinde olarak en son ne zaman kendimin farkına varmıştım? Çok önceleriydi, hatırlamıyorum bile. Bu şekilde doğduma ve böyle bir hayatın "bana göre" olduğuna o kadar inandım ki, sonradan edindiğim bir hayat biçimi olduğunu artık düşünemiyorum. Genlerimizde mi var yoksa, bu tür bir yalnızlığı sevmek?

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Aslında ilk paragraf iki hafta önce falan son paragraf da yayınladığım gün yazıldı. Demek istediğim bir süreçti, kafam başta hayli karışıktı. Ama sonra bunu gerçekten çok sevdiğimi fark ettim, demek istediğim.. Yalnız olmayı hep sevdim hala çok seviyorum ve sanırım dediğin gibi bu vazgeçilemez bir duygu durumu. Azıcık insanlarla birlikta olsam yalnızlığa ihtiyaç duyuyorum. Yani bunun için umut falan yok aslında. Durduğum yer çok güzel çünkü. Bunun farkına vardığımdan beri çok iyi hissediyorum. Gen konusuna da olumlu bakıyorum mümkünlü:")

      Sil
    2. :) Bu arada pek arkadaşım yok kulübü kurarsan haber ver. :)

      Sil
    3. aslında kurdum sayılır ama benimkisi biraz daha değişik galiba :)

      Sil
  4. Sana yorum yazdıktan kısa bir süre sonra bir yazı yazdın. Beni duraklatan, biraz üzen, biraz gülümseten, biraz benimle aynı ama ben olayın farklı bir yerindeyim artık dedirten. O yazıya yorum yapmak istemedim, gizli bir mahremiyet duvarı vardı sanki. Bu duvarı çeken benim anılarım mı senin yaşadıkların mı hala bilmiyorum. Duvar belli ki sadece o yazının sayfasında var burada yorum yapıyorum, tutarsızlığın kitabı böyle yazılır çok sevgili Paul. :) Neyse suskunluk kararıma saygı duyup ana karakterimiz yazıya dönüyorum.

    Yalnızlığıma benzer çok yalnızlık gördüm ama yine de herkes kendi yolunda yaşamaya devam etti. Benimle benzer hisseden çok kişi okudum, kendimi bulduğum onlarca cümle oldu. Hepimiz kendi hayatlarımızda yaşamaya devam ettik. Bazen merak ediyorum, yalnızlığın kaç rengi var? Benim rengime çalınmış kaç kişi var? Sokakta benim gibi hisseden kaç kişi var? Özel biri değilim, o halde benim gibi yüzlerce kişi olmalı. Ama biz özel olmamakla birlikte demek ki normal de değildik. Çünkü ısrarla yalnız yaşamak konusunda ısrarcıydık. Bize yazılar yazdıran, bizi farklı düşündüren ve adı y harfi ile başlayan bu güzel şey bizim için var olmuş gibiydi.

    Ben kalabalıklar içerisinde bir yalnızım Paul. Yalnızlığıma en çok ihanet ettiğimi hissettiğim an, o zamanlar oluyor. Birileri konuşurken cümlelerinde ne kadar farklı olduğumuzu hissediyorum. Sanki her kelime bana nereye ait olduğumu gösteriyor. Sonra ayıp olacak diye boş boş oturmaya ve herkesi dinlemeye devam ediyorum. Yalnız olduğum hissi güçlendikçe bu sefer ben konuşmaya başlıyorum. Kimse anlamıyor belki ama ne zaman çok sesli konuşsam biliyorum ki artık son noktasındayım bazı şeylerin. Sakince ayrıl mekandan, ama gülümsemeyi unutma. Kapıdan çıkarken dahi saçmala, kimse anlamasın.

    Yalnızlığına merhaba de, hayırsız bir çocuk edasıyla mahcupsun ama olsun.

    Öyle işte Paul'cüğüm.

    Bu arada Bānmǎ, bir ikindi vakti beni çokça mutlu etti. Bunu söyleyip öyle gideyim.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. her zaman kendimizi yazan kişiyle özdeşleştiremiyoruz, bazen öyle anlar oluyor ki yazılan kişi olarak kendimizle karşılaşıyoruz. o zaman söylenenler de sorular da daha zorlar bizi. ne yapmalı? kim bilir?

      ben de normal biriyim, oldukça. ama neden özel olmayayım? ben kendimce biriciğim. yalnız yaşamak istediğim için ya da kaplumbağaları sevdiğim için. fark eder mi? yalnızlığın rengi sonsuz olsa gerek ve hepsi de öyle güzel yansıtıyor ki güneşin rengini, hayran bakışlarla izliyorum sadece.

      bu yazıda o ifadeyi kullanmamışım ama öylesine anlamsızca otururken olmak istemediğim bir yerde olduğum halde, en çok kendime ihanet etmiş gibi hissettim. yalnızlığımdan öte kendime yaptığım bu saygısızlık ağırıma gitti. bazen bu ani farkındalık anı iğreti bir sahneyle sonlanabilir ama alışırlar. "küt diye çekip gitmene alıştık" diyorlar bana şimdi. güle güle desem de gülmek zorunda değilim eğer istemiyorsam.

      biraz suçlu, biraz vicdan azabı hissediyorum. etrafımdaki bunca insanı reddettiğim için. "biz ne yaptık sana?" diye sorsalar ne derim? "yalnız olmak seninle sizinle olmaktan daha güzel, elimde değil, kendimi durduramıyorum." ama inan, bazen bunu bile diyorum.

      ah şu zebra, kim uyuyacak şafağa kadar onunla?

      Sil
  5. senden olduğundan bu yazı, bir metin yazmayacağım burada ama okumaktan en etkilendiğim yazın bu oldu Paul. Usta bir yazarı okuyormuşum, ki okumuşum gibisiz, gibi hissettim. eline koluna, düşüncene, duyguna sağlık

    -küçük feylesof

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. ben öylesine anlamsız bir yazı olduğunu düşünürken senden böyle bir yorum gelmesi. hakikaten hem çok şaşırdım hem de onur duydum, çok teşekkür ederim.

      Sil
  6. Yorum yapmak isteyip yazacak bir şey bulamayan kişi Paul'un bloğunu açar ve gerilere gider. Yine yorum yapmayacaktır, sadece şu sıra her gece okuduğu şiir tadında düzyazıdan bir alıntı bırakıp gidecektir.

    ''Kimseler görmedi Ömür hanım, bu dünyadan ben geçtim.
    İçimde umudun kırk kilitli sandıkları, elimde bir avuç düş
    ölüsü yüreğim -içinde senin ve benim ağırlığım- benim
    olmayan bir garip gülümsemeyle yüzümde, incelik adına,
    ben geçtim...Yerini bulmamış bir içtenlik, yanılmış bir
    saygı ve bir hüzün eğrisi olarak ilişkilerin gergefinde,
    ördüm ömrümün dokusunu ilmek ilmek. Beni cam kı-
    rıklarıyla anımsasın insanlar, savrulan bir yaprak hüznü
    ve dağınıklığı ile... Yükümü yanlış bedestanlara çözdüm.''

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Yaşama sevinci adına bir tutamağım kalmadı Ömür hanım.
      Bir garip boşlukta çiviliyim günlerdir gözbebeklerimden.
      Sahi nedir yaşamın anlamı? Geriye dönüyorum sık sık
      yanıt aramak adına, yüreğimin silik izler bırakıp, ağır
      yükler aldığı zamanın derin denizlerine. Bakıyorum umut
      karamsarlığın, sevinç acının azıcık soluk almasından başka
      ne ki? Yaşamsa gerçekle düşün umutsuz bir savaşı, her şeyi
      içine alan kocaman bir yanılsama... Değil mi yoksa?

      Cevap vermek isteyip de ne söylese "yeni bir şey" olmayacağını fark eden Paul blogu açar, bu şiirden -hayır nesir denemez- sevdiği bir benti bırakır.

      Teşekkürler

      Sil