Cumartesi, Aralık 24, 2016

dört eski ve bir yeni yıl



evet, biliyorum. kendimden utanmam gerekir. dördüncü yılımı kutlamayı unuttum. ama blogumu seviyorum, yazmaktan vazgeçmeyi düşünmüyorum. sadece... zaman ayıramıyorum.

bu 228. yazı. arama motoruyla bana gelenler listesinde "bir daha geri gelmemek" üçüncü sırada kalmaya devam ediyor, ilk sırada "arrakis blog" var. K-çift mimi birinci sırada yer alıyor, aslında onu silmeyi düşünüyordum. aslında bütün k-müzik k-drama yazılarını başka bir bloga aktarmayı düşünüyorum. bakalım, belli olmaz.

2016'ya yazdığım mektup:

"şuan hazırlıkta bir anlamda sürünüyorsun. kendi çapında bir şeyler yapmak için uğraşıyorsun. birçokları senin hızlı bir giriş yaptığını söylüyor, gel gelelim bazı şeylerin senin için ne kadar zor olduğunun farkında değil kimse. annen arıyor... kısa bir konuşmadan sonra kapatıyorsunuz. söyleyecek çok da bir şeyiniz yok. ev arkadaşların çiğ köfte akşamı yapmak istiyorlar. seninse uykun var, yarın da sinema derslerin. aslında uyumak istiyorsun ama mümkün değil. aslında şuan zion t'nin "eat"i çalıyor. bu adamı seviyorsun. bu adamı cidden seviyorsun. ama son zamanlarda neredeyse hiç denilebilecek kadar az k-müzik dinlediğini söylemek lazım. genelde kaiser chiefs'in bu ara. nirvana ve panic at the disco bir de. katıldığın derneğin akademi koluna girip yetmezmiş gibi blog işini üstlendin. merak ediyorum o zaman derneğin durumu nasıl olacak, koca bir yıl sonuçta. (now playing: zion t - zero gravity) sen hala o dernekte misin, kulağa tuhaf geliyor. bunu okuduğunda lisans eğitimine başlamış olacaksın büyük ihtimal. şuan kimlerle arkadaşsın, o zaman kimlerle olacaksın... bir şey sormak istemiyorum. tahminim yok. nerede kalıyorsun, ne yapıyorsun, nasıl gidiyor, sen anlat bana...."

2017'ye mektup:

"şuan hazırlıktaki rahatlığını özlüyorsun ama memnunsun, zor olsa da güzel lisans, severek öğreniyorsun, bu yüzden notların da iyi. bu sene ablanla birlikte kalıyorsun, enişten florida'ya gitti bir seneliğine. bazen ablanı dövesin geliyor. çoğu zaman ya da. lumineers - sleep on the floor dinliyorsun bugünlerde sık sık. türklere yöneldin, no land, adamlar, kaç canım kalmış, peyk. indie dinliyorsun, çince bazen, bir de yetmişler seksenler var tabi. k-müzik'ten daha da koptun. en son ne zaman dinlemiştin hatırlamıyorsun bile. dernekten ayrıldın ama oradaki arkadaşlarınla görüşmeye devam ediyorsun. okulda radyo pogramı yapıyorsun, bir avuç dinleyicin var. yalnız gezenin düşleri iki'yi yazmayı planlıyorsun. (böyle dememin sebebi sürekli yalnız takılman.) aslında üniversitede iki yakın arkadaşın var, biriyle aslında okulun ilk günü tanışmıştın, salı ve perşembe günleri yemek yerken edebiyat, sinema ve felsefe üzerine sohbetler yapıyorsunuz, beyniniz yanıyor tartışırken ama çok zevk alıyorsun bundan. diğeriyle hazırlığın son kuru tanıştınız, ilk gördüğünde biliyordun, o mühendislik öğrencisi olduğu için hiç ortak dersiniz yok, zamanlarınız da uyuşmadığından nadiren görüşüyorsunuz ama her gün konuşuyorsunuz. her şeyini paylaşabildiğin birisi. lise arkadaşlarınla görüşmeye konuşmaya devam ediyorsun. ilişkiniz tadını koruyor. bugünlerde politikaya geçip sinemadan çap yapmayı düşünüyorsun, sonra vazgeçiyorsun. hatta belki de sosyolojiden yandal? merak ediyorum bölümünü değişmiş ya da çapa başlamış olacak mısın? geçen iki dönemin sonunda ortalaman kaçtı? peki kısa film çektin mi hiç? hala mutlu musun? Xingchi ve Shohei nasıl? hala konuşuyor musunuz? aşık olmayı beceremedin değil mi? peki çöplük nasıl? kedin nasıl?" 

*** 

biri beni mimlemiş miydi? yoksa benim yüzsüzlüğüm yine iş başında mıydı? pek hatırlamıyorum ama bu mimi almış ve yazmışım, yayınlamayı unutmuşum herhalde. ben de bilmiyorum. kafamın pek yerinde olmadığını söylememe bile gerek yok herhalde. herkesi de mimliyorum.

1)kimse mükemmel değildir ama yine de eksikleri düzeltmek mümkün. huylu huyundan vazgeçmez mi dersin? yoksa şu huyumu değiştirsem hiç fena olmaz mı? nedir o huyun? 2017 için kendinde değiştirmek istediklerin neler?

yerli yersiz suçluluk krizlerine girişim. bundan kurtulmak istiyorum. tabi ki bu öze dönük eleştirelliğimin biraz azalması, bunlara bağlı olarak aşağılık kompleksinin benden fersah fersah uzaklara kaçması en büyük dileğim. insan kendi kendine hayatı zindan ediyor, tabi ki başkaları da boş durmuyor ama kendimizle uyuşabilsek her türlü taarruzdan sağlam çıkabiliriz bu işin bencesi.

2)meşhur alaaddin'in sihirli lambası oldu ya kucağına düştü. ve tabi ki 3 dilek hakkı verdi. dikkatli düşün, klavyenden çıkan her cümleyi gerçeğe dönüştürebilir. ne dilerdin?

sonsuz dilek hakkımın olması fksjgdkhjfnvs hayır bıkmadım.
buzzati'nin öyküsündeki gibi dünyadaki bütün güç sahiplerinin öteki tarafı boylamasıyla insanların güçlü olmamaya çalışması ve bunun beraberinde getirdiği barış dolu bir dünya.
sevdiklerime sağlıklı uzun ömürler, e bana da tabi.
herkesin ruh eşini bulup onunla tatlış bir hayat geçirmesi.

3)şimdi gerçek hayata dönüyoruz, evin, çocukların, kendin, kedin.. için yeni yılda neler yapmak var aklında? şimdiden düşünelim ki, yeni yıl kapıda hazırlıksız yakalanmayalım :)

ne evim var ne çocuğum. bana ne olacağını allah bilir. kedim öküzleşme yolunda ilerliyor ama aklı hala beş karış havada... yeni yıl diye bir şey yok. inanmıyorum. ama benim yirmi olacağım gerçeği var ki fena koyuyor. yirmi yaşımda ne yapacağım? mümkünse önce aşık olacağım, ortalama kasıp çapa başlayacağım, resim olayına ciddi bir biçimde el atacak ve en az beş tane öykü yazacağım, öykülerimi dergilere göndereceğim. bir sürü güzel film izleyip bir sürü güzel kitaplar okuyacağım. gezip tozacak ve de depresyonlara gireceğim. çinceyi ilerleteceğim ve bir dil öğrenmeye daha başlayacağım. olması mümkün şeyler genel olarak yani ama hepsi olur da ben yine aşık olamam.

4.piyangodan büyük ikramiye çıksa hepimiz dünyayı gezeriz değil mi? sen neler yapmak isterdin? bir de şöyle düşün, o istediklerin için çok  para şart mı? belki de değildir.

şimdi gerekenler var, gerekmeyenler var. bir kere büyük çapta yardım etmek istiyorsan şart. hele hele gezmek istiyorsan kesinlikle şart. ben bunu çok iyi anlamış durumdayım. sonra mesela kemana yeniden başlamak istiyorum, hatta gitar piyano falan da öğrenmek istiyorum. eee? para gerek.  demek ki neymiş, para lazımmış, biraz da saadet getirebilirmiş.

5.para para para. para harcamadan da gerçekleştirebileceğin hayallerin vardır elbet. haydi onları da paylaş, bekliyoruz.

bu soruyla üçüncü soru arasındaki fark nedir? yapmak istediklerim eşit değil midir hayallerime? zaten çoğu parasız hayaller, pek paralı hayalim yok gibi. ya ne saçma cümleler kuruyorum. neyse ben sadece yazmak istiyorum. film çekmek istiyorum desem, mesela o paralı hayaller kapsamına girer. biz fakirler yazarız, sinema lükstür. 

Salı, Aralık 13, 2016

aralığın beş günü




iki aralık

şimdi antalya'dan yazıyorum ama bu yazı yayınlandığında tabi ki istanbula dönmüş olacağım. tabi ki diyorum çünkü tatilim çok kısa ve burada internet yok. ki bu da tabi ki harika bir şey. günüm ananeme yardım ederek, kedimle oynayarak, fotoğraf çekerek ve bahçede anlamsızca koşturarak geçiyor. bir de kitap okuyor ve yapmam gereken ödevleri düşünüyorum. ama yalnızca düşünüyorum.

kedimin öküz kadar olmuş olması? ilk başta bana trip atıp sonra hemen barışması? tüyleri iyice uzamış ve yumuşacık olmuş. güneş batarken oturma odasında oturuyorduk, kucağıma aldım ve bu geldiğimden bu yana ilk kez bu kadar uzun süre sakince oturdu. benim bir parçam gibiydi, oda karanlık, o simsiyah. hırlamasının yavaşça sona erişi ve benim uykuya daldığını anlamam. sonra bir ses ve sıçradı. onu sakinleştirdim ama bir kere uykusu kaçmıştı.

fiziksel olarak büyüse de karakterinin iki ay öncekinden farkı yok. aynı alışkanlıklar, aynı oyunlar, aynı tavırlar. oğluşum hep çocuk kalacak. insanları sevecek, diğer kedilerden çoğu zaman korkacak bazen arkadaş olacak ve kin tutmayacak. balığı çiğ yiyemeyecek ama taze ekmeği çok sevecek. benim oğlum olduğunu delilikleriyle salaklığıyla hep belli edecek. ona nasıl bu kadar bağlandım? bir avuç olduğu zamandan beri birlikteyiz.

kış 445, bahar 1370, yaz 868, güz 465 (mevsimlere göre çektiğim fotoğraf sayısı)

yedi aralık

gerçekliğinden emin olamadığım bir kaç gün daha geçiyor yavaşça. bu aralık da gidiyor, bu yıl da bitiyor işte, xingchi'den mail gelmiş olup olmaması beni çok da bağlamıyor artık. bayhan'ı görmek beni kahkahalara boğmuyor. ev kendi kendime özgürce takıldığım bir yer değil. sabahları sövmüyorum artık neden okul var diye, okulu sevdiğim için değil. belki her zamankinden daha çok kaçmak istiyorum oradan. ama şikayet etmek, isyan etmek falan güzel şeyler bunlar. insanı hayata bağlıyorlar. karşıtlıklar renk getiriyor. şimdi tek kelime edemiyorum. hala lisedeymişim gibi her sabah dokuzda derse giriyorum. tanımadıklarımı görüyorum, biraz tanıdıklarımı, daha çok. bazılarını diğerlerinden ayırıyorum, bazılarını fark etmiyorum bile. yalnızca o bilmem kaç bin insandan biriyim. hiçbir özelliğim yok beni onlardan farklı kılan. hepimiz insanız, genciz, öğrenciyiz. solumdaki rusça sağımdaki endonezce konuşurken bile aynıyız. ama bir fark olmalı. bizi biz yapan o küçük dokunuşların yumuşaklığı kadar birbirimize bakıyoruz. fark nedir bilmiyorum.

on aralık

bu  hafta o kadar kötü geçti ki güzel bir şey olsa da sevinsem diye düşünüp bir şey bulamıyorum. cumaya kadar dört belgesel izleyip response paper yazmalı, cuma akşamı da oturup tarih ödevini yapmam gerek ki söz konusu ödevin ne olduğunu bile anlamadım.

uzun zamandır görüşmediğim bazı arkadaşlarımla görüştüm. beni görünce hepsi çok güzel tepkiler verdiler, şaşırdım. çok da samimi değiliz aslında (uzun süredir görüşmedik, aramadık, mesaj da atmadık) ama sanırım ukala ve agresif kabuğumun altında yatan salağı biliyorlar artık, gıcıklıklarıma gülüp geçiyorlar. birlikte birçok şey paylaşmışız, bunu yeni fark edince tuhaf hissettim. yorulduğum için arkamı dönüp giden bendim. yine de aslında hiçbir şekilde borçlu hissetmemem gerek, aldığım sorumlulukların hepsini en iyi şekilde yerine getirdim ama nedense suçlu hissediyorum işte, yardım etmediğim için o karışık zamanlarda. müdahale edemeyeceğim mahrem sorunlardı bunlar ama mantığım bunu anlamayı bile kabul edemediği için en kolayı başımı çevirmekti. yine biliyorum ki konuşmaya devam etsem de hiçbiri beni dinlemeyecekti. çünkü onlar beni hep yabancı gördüler.

yirmi bir otuz: gök mü gürledi? kuşlar niye korkunç bağrışmalarla kaçıyorlar? sirenler ve ambulans sesleri. 

on bir aralık

gerçeklikten kaçmak için elimden ne gelirse yaptım ama nereye kadar gidebileceğiniz belli. odanızda yalnız kaldığınızda, daha da kötüsü yatağınıza uzandığınızda sizi yakalayıveriyor. yorganı çekerek farklı bir dünya hayallerine dalmaya çalışmak sonuçsuz. bazen yaşama sabredebilmenin tek nedeni. bazen gerçeklikle karşılaştığınızda taraf değiştirip size kurşun sıkan bir hain. bunu da ritüelden sayabilir miyiz?

on üç aralık

yılın en kötü haftasını geçirdikten sonra işte buradayım. bugün rabia olaylarıyla ilgili bir belgesel izledim, sessizce ağlamak zorunda kaldım ayıp olmasa da sesli ağlamak. ne yönetmen farkındaydı durumun aslında ne de yapımcı. ne de rabia olaylarına katılmış olan ve konuşurken ağlayan mısırlı kız. çok sevdiğimden değil goffman'ı ama bugünlerde sık sık haklıymış gibi geliyor, bu samimiyetsizlik ancak oyun içinde erimemiş bir oyuncudan ya da en başında yaşamda iğreti duran bir oyundan akabilir. bu tiyatronun bir parçası olmayı reddediyorum.

bir de kar yağdı az önce istanbul'a. azıcık da olsa ilk kez olduğu için, bir sevinç çığlığı attım ve sokaktaki insanlar bana baktı. ufak bir kar tanesi doğruca dilimin ucuna kondu.

kar neden yağar kar?