Pazartesi, Ekim 02, 2017

hayır en çok ben devrimciyim



eylül'den hiç hazzetmem de ekim'i pek severim. güneş eteğini ancak çekmiştir ve arada kalmışlık sona erer yavaşça. bir de bende yalnız kalma arzusu zirveye çıkar. (sonbahardan değildir herhalde, olabilir mi ya? bu kadar basit mi? neden olmasın tabi.)

ilginçtir ki halkımız benim izlediğim filmleri ya da okuduğum kitapları çok da umursamıyor. laf arasında geçebilir diyor ama abartma, ilgilenmiyoruz diyor -gerçek şu ki ben de kitap eleştirilerini pek okumuyorum. bunun için üzülecek değilim, böyle havadan sudan mırıldanmak benim için de daha çekici.

sonbahar bütün kültür-sanat etkinliklerini toplamış geliyor. şuan beyoğlu sahaf festivali var (yarın son gün), filmekimi başladı, devlet tiyatrosu kapılarını araladı, şehir tiyatroları aktif, kasım'da tiyatro festivali, fransız kültür merkezi -sanıyorum bugün koyulan afişte gördüğüm kadarıyla- ekim sineması dolu dolu, akbank sanat etkinliklerine devam ediyor, bir ay içinde üsküdar sahaf festivali de olur, bienal devam ediyor derken gidilecek çok yer ve bende de boş bir ay var. (en güzel kısmı da bu zaten)

beyoğlu'ndaki sahaf festivalinde çok uzun süre kalamadım, bir buçuk saat bile sürmedi. sunshine'la birlikte film ve televizyon fuarına gidecektik o yüzden acele etmek durumundaydım. (zaten normalde aslıhan pasajına gitseniz de aynı fiyata alabilirsiniz bu kitapları vs.) ama üç güzel kitap ve üç de şirin fotoğraf edindim. (tabi dürüst olayım, resimleri öykülerime ilham olsunlar diye aldım.) fuardaki paneller kalabalık olur sanmıştım ama lütfi kırdar'ın en korkunç salonlarından birini vermişler, katılımcı sayısı çok azdı ve çoğu akademisyendi. benim sektörüm olabilir ama yabancıyım bu mevzulara, o yüzden dinlemek ilginç olabiliyor yine de bir yerden sonra sıkılıyorum. (bizim rektör de konuşmacı olarak gelmişti, bir kaç kez dönüp bana baktı, bir yerden tanıyor ancak çıkaramıyor bir türlü. en sonunda dayanamadı sordu siz bizim okuldan mısınız diye. niyeyse bir inanamadı orada olabileceğimize. gerçi ben de emin değilim niye oradaydık ama.)


masamda boş yer olmadığından resim defterimin üstünde çekmek durumunda kaldım, bu korkunç arka plan için kusura bakmayınız efendim

bir sahaf amcayla arkadaş olduk. kendisi çok geveze, çok da komikti - ağzına geleni söylüyordu. sonradan fark ettim ki onunla birçok şey konuşsam da -evini biliyorum mesela- adını sormadım, eh o da durup dururken söylemedi tabi. (o benim adımı sorduğunda, ben de onunkini sormalıydım halbuki.) oğlunun adını bile öğrendim, o da çok iyi bir insandı. aradığım kitabı bayağı arayıp bulamayınca "üzgünüm hanımefendicim," dedi çok yumuşak bir ses tonuyla, o kadar hoşuma gitti ki. hem çok kibar hem de samimi bir ifade. bunu cebe attım, yeri gelince kullanırım. amcacım bir daha pasaja geldiğinde "muhakkak bana gel," dedi durdu. ben de gideceğim elbet. kitap alanlara bir ayraç hediye ediyordu, gerçi beni pek sevdi (hemşehri çıktık da) daha almadan hediye etti, ben de bu güzel tanışmanın şerefine diyelim iki kitap alıverdim. 


kefaret'i amcam çok tavsiye etti, roman kültürüne aşırı ilgiliyim, auster zaten hep aklımdaydı

en son heinrich böll'ün katharina blum'un çiğnenen onuru'nu okudum. böll'ün kısa öykülerini okumuştum önceden ve aşırı beğenmiştim. (o yaz çok güzel bir yazdı; coetzee, buzzati ve böll'le tanıştım.) bu da bir roman sayılmaz aslında, novel diye geçse de bence daha çok novella sayılmalı. neyse bunlar önemsiz ayrıntılar zaten, ben buna karar verecek değilim ya. incecik bir eser, inanılmaz bir hiciv, bir ironi almış başını gidiyor, tabi diğer yandan pek eğlenceli. en çok medyaya giydiriyor tabi ama bunun yanında işçi sendikaları, kilise, polis, işletmeler de nasibini alıyor. biraz kırmızı pazartesi tadında ama ondan yedi yıl önce basıldığını söylemekte fayda var.

çap ve yandal sonuçları (politika ve sosyolojiden başvurmuştum) on beş gün önce açıklanmış, benim bundan haberim yok, soranlara da hala açıklanmadı diyordum. bugün okuma grubundan bir arkadaşım sordu, açıklanmadı dedim ona da. akşam bana link attı, kazanmışsın öyle yazıyor dedi. (peki sence böyle ikisi birden biraz şov değil mi, diye de ekledi) tabi böyle bir rezillik yok, finale yanlış saatte gittiğimde de oldu ama resmen utandım abi. yarın okula ne zaman açıklanacak, diye mail atmayı düşünüyordum. ablam ve mümtaz aynı şeyi söyledi: "iptal ederlerdi herhalde."


yazarlar arasından bana nazım çıktı
bunu okuyunca çok güldüm
çok unutkanım ben dedim
(o zaman büyük devrimciydim de)

2 yorum:

  1. Helloooo. Bu yazı nedense beni pek bir mutlu etti. Elbette bunda güzel haberler olmanın verdiği bir sevinç de var. Ama sahafçı amcayı da, rektör kısmını da, Böll'ü de ayrı ayrı sevdim. Okurken içimden o yerlerin hepsine gittiğimi ve o anlarda seni izliyor olduğumu düşününce herhalde gülmeden edemezdim. :) Çap ve yandal için şimdiden hayırlı olsun diyorum. Hangisini seçersen seç, umarım aradığını bulursun. :)

    Not: Siyasetten de sosyolojiden de ders notları itinayla verilir, bulunur ve paylaşılır. Sormaktan hiç çekinme.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. özgürce gülünüz efendim, anlatınca komikliğini kaybetse de yaşanınca komik olan türden şeylerdi. -o zaman niye anlatıyorsun da diyebilirsin elbette, buna cevabım da yok ldfkjgldkhj

      karşı not: bu iyiliği kalbim kaldırmayabilir, antropoloji için yardımcı olmuştun, tekrar teşekkür ederim. -ikisine de kayıt olmaya karar verdim, sevmediğimi bırakabilirim sonuçta diye?

      Sil